Aktüel Yorum

Sakine Cansız’a…

kızıl saçlarını geceye ver

özgürlüğe koşan bakışlarını

Dersim’de unutmuş olacaksın yüreğini

Amed’te ellerini

güneşe asmış olmalısın

düşlerini hasretini özlemini acılarını

birazdan

Paris bulvarlarına düşecek

bir bir sıcaklığın gülüşlerin

sonra

alıp gidecek bakışlarını

peş peşe seken kurşunlar

şimdi bir yanın Leyla’ya vuruyor

Kürdistan sevdası peşinde

diğer yanına Fidan

her bahar yeşeren

katiller

bir akşam üstü bakışlarını çalmaya geldiklerinde

ela ela mekik dokuyordu kurşunlarla birlikte

kah Leyla’ydı kah Fidan’dı telaşı

bilmem ki

hangisine en son koştu

hangisini son kez nakış etti

ne zor zamanındı

bakışları gözlerinle buluştuğu an

genç bakışlı Leyla’nın feryadına koşamamak

Fidan’ın güzel gülüşlerini koruyamamak

ne çok ömür sığmıştı o kısacık zamana

Seyid Rıza’dan bu yana

umut yaşam sevgi aşk

zalimler cellatlar işkenceciler

ve zavallı katiller

Bu günlerde ne çok ölüm haberleri düşüyor ajanslara… ne çok ölümler…

Ne çok kodlanıyor adlarımız, ölümlerimiz, mezarlarımız…

Ne çok canımızı aldı Paris

Zamansız

Yılmaz’dan Ahmet’e…

 

Ne çok duygularımız karışıyor biribirine, mecburiyetten, bir sevda türküsü gibi…

Bilmemezlikten değil, kimsesizlikten karışır kanlarımız birbirine, gün olur Lice’de bir mağaranın dibinde, gün olur Şırnak’ta bir vadi derinliğinde, gün olur Gare du Nord’de…

Ya sen aşklar şehri Paris? Neden herkese sunduğunu Kürdlerden esirgiyorsun, neden hep ölüm armağanındır bizlere…

Şimdi kan kırmızıdır Paris’in bütün geceleri, kızıl kıvırcık saçlarını astığından beri.

Şimdi ince uzun bir yolda yürür gibi, bir ağıt yakıyorum, Dersim’den Paris’e. İçinde ne asiliğin, ne kahramanlığın, ne direnişin olacak.

Bunu herkes zaten yazacak, herkes çok şey söyleyecek. Belki de en çok senin tahammül etmediğin “riyakarlar, ikiyüzlüler” konuşacak. Bense sadece seni söyleyen, seni anlatan bir ağıt yakacağım;” 5 Nolu zindan ve Sara.”

İnce uzun ağıtta 5 Nolu Zindanla başlayacağım. Hani çocukluğuma düşen direncin, hani seni bir masalmış gibi tanıdığım, en sahipsiz olduğumuz zamana, hani bakışlarında Zindanı işkenceciler için cehenneme çevirdiğin anlara, hani işkencelere karşı canlarımızı katık yapmaktan başka şansımızın olmadığı zamanlar vardı ya, işte oradan başlayacağım.

Şimdi 5 Nolu Zindan kapısında tahliye olmuş seni bekliyorum, kara kalem çizdiğim resmini bir de dışarıdayken, koşu yoluna bakarken çizeceğim… yada sen yürürken arkanda saçlarından dalgalanan özgürlüğü…

Seni nasıl anlatmalıyım, nasıl tanımlamalıyım diye kaç gündür düşünüyorum, kurduğum her cümle, düşündüğüm bütün dillerde eksik kalıyor. Bildiğim bütün dillerdeki cümleler seni anlatamama telaşında.

Seni düşünürken Haşim Yaşa’nın oğlu aklıma geldi, belki de en doğru o anlatır seni. Hani babasının vurulduğu yerde kollarına aldığı Gündem Gazetesini satan on yaşındaki çocuk vardı ya, Amed bakışlı. Daha babasının kanı yerde korumamışken, vurulmasını tanımlarken, “Kahpeler babamı vurdular” diye haykırmıştı.

Bilmem ki kahpelik hangi dilde anlatılır, hangi dil daha iyi anlatır kalleşliği…

O günden beridir dilim susmuş, kahpeliği anlatacak bir kelime bulamıyor.

Herşey basit geliyor, her kelime sıradan kaçıyor, belki de en doğrusu bilmediğimiz, onların, katillerin dillinden anlatmaktır kahpeliği…

Olmadı, Amed dilinde düşünüyorum ne derlerdi ki o katiller için aynen öyle…

 

NOT: Bu bir arşiv yazısıdır, Sakine Cansız ve yoldaşlarını anmak adına tekrarlamak istedim.

 

https://rojevakurdistan.org/serif-kaplan/26914-sakine-cans-z-a

Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu