Aktüel Yorum

İsrail-Türkiye gerilimi

Bütün Ortadoğu coğrafyası için tarihsel önemde günlerden geçiyoruz. Bölgenin geçmişte en önemli ülkelerinden biri olarak görülen Irak ve Suriye varla yok arasında bir pozisyonda duruyorlar. İran’ın ise en azından uzunca bir süre bölgesel denklemde çok etkili olamayacağını öngörebiliriz.

Irak’ta herkesi memnun etmese bile bir denge kurulmuş gibi gözüküyor, fakat Suriye özellikle İsrail ve Türkiye arasındaki güç mücadelesinin en yoğun yaşandığı ülke olacak gibi gözüküyor. Özellikle “Davut Koridoru” olarak tanımlanan hat üzerinden İsrail’in Fırat’a ulaşması Türkiye’yi çok endişenlendiriyor.

Rusya ise Ukrayna ile meşgul. Çin, bir süre sonra kopacağı beklenen büyük fırtınaya hazırlanmakla meşgul. Her iki ülkenin kendi sorunları ile meşgul olması Türkiye’nin elini zayıflatıyor, bu koşullarda Türkiye denge siyaseti üzerinden kendine çok kolay bir oyun alanı oluşturamaz.

Eskiden farklı güçleri birbirlerine karşı kullanan Türkiye artık bu olanaktan yoksun. Ve daha kötüsü Türkiye bölgede İsrail ile baş başa kalmış durumda. Türkiye, NATO üyesi ve Avrupa Birliği adayı bir ülke olarak İsrail’le gerçek bir gerilim yaşıyor. Fakat işin kötü tarafı şu: “Bütün bu ünvanların hiç birinin İsrail’le karşı karşıya gelmiş bir Türkiye’ye hiç bir yararı olmaz!”

Kimi zaman İsrail ve ABD yetkilileri, kimi zaman ise İsrail ve AB yetkilileri arasında tartışmalara şahitlik ediyoruz. Bunlar öyle boş tartışmalar da değil. Ancak kimi zaman görünür hale gelen görüş ayrılıklarının hiç biri İsrail’in Ortadoğu’da ABD ve Avrupa Birliği için taşıdığı önemi azaltmaz.

Ortadoğu’nun tam ortasında İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan İsrail yirminci yüzyılın kaderini belirleyen ülkelerden biri oldu. 50’li yılların en önemli konularından bir tanesi Suveyş Kanalı’nın kontrolü ve enerji güvenliği olmuştur.

Tam da bu yıllarda Arap sokağında güçlü bir milliyetçi dalga ortaya çıkmıştı; Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdulnasır etrafında bir araya gelen Mısır, Ürdün ve Suriye İsrail’le 5 Haziran 1967 yılında altı gün süren bir savaş yaşamışlardı. Bu üç ülkeyi Irak, Suudi Arabistan, Sudan, Tunus, Fas ve Cezayir askeri olarak ve silah yardımları ile desteklemiş olmalarına rağmen İsrail savaşı kazanmıştır.

Savaşın sonuçları sadece savaşta taraf olan ülkeler için değil, bütün Arap ülkeleri için tam bir felaket olmuştur. Savaşın sonucunda İsrail topraklarını dört katına çıkarmıştır. İsrail o yıllarda henüz yeni kurulmuş, hiç bir devlet deneyimi olmayan Yahudi halkının dünyanın dört bir yanından bir araya gelerek kurdukları bir devletti.

Soru şudur: “Nasıl oldu da bu kadar kısa sürede hızla organize olup, bu kadar güçlü bir ordu yaratıp neredeyse bütün Arap dünyasını mağlup ettiler?”

Aslında bu sorunun cevabı çok belli; İsrail gerçekten Amerika ve Batı’nın bölgedeki müttefiki değil, bizzatihi kendisidir ve varlığı ile ABD ve AB’nin küresel güç mücadelesine büyük destek vermektedir.

Eğer o savaşı Cemal Abdulnasır liderliğinde bir araya gelen ülkeler kazanıp bütün Arapları bir devlet çatısı altında birleştirebilseydi muhtemelen Sovyetler Birliği hala varlığını sürdürüyor olurdu ve iki Almanya uzunca bir süre daha ayrı yaşamak zorunda kalırdı.

Ayrıca İsrail bölgede olmasaydı Suriye’de Esad rejimine son verilemez, Rusya bölgeden çıkarılamaz, İran geriletilemezdi. Rusya’nın Ortadoğu’daki etkisinin aza indirilmesi dünya enerji denkleminin yeniden kurulmasına yol açmış, ABD ve AB’nin elini güçlendirmiştir.

Ortadoğu günümüzün İpek Yolu olarak tanımlanan güzergahın tam ortasındadır. İsrail, Suriye ve Kürdistan ise Ortadoğu’nun tam merkezinde duruyorlar. Avrupa’dan başlayan güzergah Doğu Akdeniz üzerinden, İsrail, Suriye ve Kürdistan’a ulaşıyor, oradan Suveyş kanalını aşarak Uzak Doğu’ya devam ediyor veya tam tersi bu ülkeleri aşıp Avrupa’ya gidiyor.

Türkiye artık geçiş güzergahı değildir, geçiş güzergahına komşu bir ülkedir. Bütün çabalarına rağmen geçiş güzergahının bir parçası olamıyor. Türkiye bu noktada Batı’dan çok fazla destek alamaz. Batı ve ABD tabii ki Türkiye’yi gözden çıkarmazlar, fakat Türkiye onlar için İsrail’i karşılarına alabilecekleri bir ülke değil.

İşte tam da bundan dolayı Türkiye’nin Kürtlere ihtiyacı var, Kürtler olmadan Türkiye Ortadoğu denkleminde yer alamaz. İşte devlet aklının geldiği yer tam da burası olmaktadır.

Tarih bir kez daha Türk egemen sınıflarını Kürtlerin kapısını çalmak zorunda bırakmıştır. Burada sorun şudur, bir Türk/Kürt ittifakı olacak mı, olacaksa hangi koşullarda olacak!

Bundan sonra olacakları hep birlikte yaşayarak göreceğiz, fakat işler gerçekten tam da Berthol Brecht’in dediği gibi olur; “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber; ya hiç birimiz!

Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu