Aktüel Yorum

Boşluk, yokluk ve özgürlük hikâyesi…

Okuyan arkadaşlar hatırlayacaktır Yuri Davidov’un özgürlükle ilgili anlattığı hikâyeyi.
Bir gemi yol aldığı okyanusta alabora olup içindekilerle beraber batıyor. Sadece bir yolcu kurtuluyor. Kalan araç gereçlere tutunarak kendini zor bela kıyıya atıyor. Yorgunluktan tükenmiştir.

Ne bulduysa yiyip karnını doyurduktan sonra dinlenmek için bir mağaraya çekiliyor.
Uyku basıyor. Uyuyacakken mağaranın ağzından bir yılanın ona doğru geldiğini dehşetle fark ediyor. Damarları çekiliyor resmen! Bir şey yapmıyor, yapamıyor, onu ürkütecek en küçük bir hareket yapmadan olduğu yerden, korku içinde, üzerine doğru gelmekte olan yılanı süzüyor. Hayvan işinin kolay olduğunu anlıyor ve köşeye büzüştürdüğü hedefine usulca ilerliyor. Bizimki burnunun dibine kadar yaklaşmış olan yılanı rahatsız edecek herhangi bir tepkide bulunmuyor. Karşı koyamıyor. Yılan adamımızın açık olan ağzından içeri giriyor ve oradan da midesine doğru usulca yol alıyor.

Yılan, ona vereceği emirleri yerine getirirse zarar vermeyeceğini söyler. Ve başlar buyruk yağdırmaya. Adamın yaşamı artık yılanın isteklerine göre gelişir. Kendi dünyasını, doğasını unutur. Artık o zamana kadar özgürce sürdürdüğü yaşamı sona ermiştir. Yepyeni bir yaşam onu beklemektedir. Artık varlığı, tamamen yılanın keyfine bağımlı olmuştur. Yılanın kötü ve baskıcı tüm imgeleri kafasında dolanır. Adam, korkunç eziyetlere uğramamak için, yılanın bütün buyruklarını hemen yerine getirmek zorundadır. O insan, artık kendisi değildir, tek başına hareket edebilme yeteneğini kaybetmiştir. Onun özgür irade, bildiriminin yerine, despotça buyruklar yağdıran efendisinin kötü niyetleri almıştır. Adam için yaşam, her yönü ile mutlak bir uşaklığa dönüşmüştür. Öyle ki, bundan daha kötüsü düşünülemez.

Aradan zaman geçer. Ancak, kahramanımızın trajik var oluşu üstüne çökmüş bulunan kâbusla, dakikalar saat, günler yıl olmuştur. Ama güzel bir sabah adam uyandığında, birden yılanın gitmiş olduğunu fark eder. Adam, özgürlüğüne yeniden kavuşmuştur. Şimdi, eskisi gibi, istediğini yapabilmektedir. Önce, benliğini büyük bir sevinç sarar; bu, yeniden kazanılan özgürlüğün verdiği sevinçtir. Oysa hemen sonra anlar ki, ne yapması gerektiğini artık bilmemektedir. Yılanın kesin egemenliği altında geçen uzun zaman içinde, iradesini onun iradesine, isteklerini onun isteklerine ve gücünü onun gücüne bağımlı kılmaya alışmıştır. İsteme, çaba gösterme, tek başına hareket edebilme yeteneklerini kaybetmiştir artık. Kölelik koşullarında kazanılan yeni, “nitelik”, yılanla birlikte çekip bitmiştir. Adamın içinde bir yer boşalmıştır. Özgürlüğün yerini boşluk almıştır…
***
Boşluk, yokluğu çağrıştırır. Her yokluk da yabancılaşmanın kapısını aralar.

Hikâyedeki yokluk da bir tükenme, görünürde var iken, hepten yok olma halidir.

Bu hikâye, güncel savaşın ülkedeki yansımaları ve olan bitenleri biraz çağrıştırdığı için anımsadım. Faşizm adeta bir yılan gibi içimize yol almak, emirler yağdırıyor, yağdırmak istiyor. Köşeye sıkıştırdığı toplumun gözlerine bakarak, saldığı korku felsefesi ile tüm benliğini kas katı kesiyor. Böyle bir noktada “normal”ın kimyası artık değişmiştir. Yılanın despotluğu, yıkım politikası teslim aldığı/aldıkları üzerine kendini normalize etmiş, etmeyi başarmıştır. Bu başarıya karşı kabullenilmiş kölelik halinin getirdiği bağımlılık ile birey/toplum artık çıkış yolu görmez. Hayat öyle devam edecektir… Faşizmin de istediği bu zaten!

Katılırsınız, katılmazsınız bilmem ama bu hikâyenin eksik ayağı “direniştir.”

Direnişe geçen yoktur. Hayır diyen yoktur. Ses etmeme, erteleme, geçiştirme vardır. Bu şuan içinden geçilen aktüalitenin prototipi gibi duruyor. Mideye müdahale etme, kendi ocağını söndürme ile eşdeğer algılandığı için topa çok girilmiyor. İşte tüm sorun bu durumun bilince çıkarılıp çıkarılmamasıdır.

Bizim olmayan bir mideden neden medet umulur?

Bizim olmayan isteklerden, ihtiyaçlardan, düşüncelerden, hareketlerden neden medet umulur?

Böyle bir durumda zaten her şey çoktan bitip tükenmemiş midir?

Bugün vicdan kırıntısı taşıyan herkes iyi görüyor, kendinden öte insanlık için şefkatli hücreler yaratmak isteyenlerin reddi sayesinde bir virüs gibi sokulmak istenen bulaşıcı zehri, yılanın zehri, kendini akıtacak bir alan, içine girecek bir karın boşluğu bulamamanın acısı ile şimdi sağa sola çarpmakta, sendelemektedir. Biliyoruz ki çok geçmeden düşecektir.
Bunun umut vermesi gerekir, daha çok boşluk değil.

Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Reklamı engelleyerek iyi yapmışın, yazıya odaklanmakta fayda var.