Aktüel Yorum

HANGİ “BARIŞ”, NASIL “DEMOKRASİ”, NİÇİN “MÜZAKERE” (Mİ)?[*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

“Barışı severiz ama,

savaştan da korkmayız.”[1]

Tacitus, “Romalılar bir çöl yaratır ve buna barış derler”; “bir yıkım yaratırlar ve buna [da] barış derler” ifadesiyle egemenler için “barış”ın ne demek olduğunu ortaya koyarken Jean-Paul Sartre da, “Gerçeklere korkusuzca bakmalıyız,” diye ekler.

“Barışın kaybedeni olmaz”, çok naif bir sözdür.

“En kötü barış, en iyi savaştan iyidir,” diye moda, dillere pelesenk bir söz var. Ötesini düşünmeye yer bırakmayan bir genelleme, dahası, yaşadığımız dönemin ruhuna aykırı bir formülasyondur. Oysa “Her savaşta kaçınılmaz bir biçimde olagelen dehşete, zulme, sefalete ve işkenceye karşın, tarihte ilerici nitelikte pek çok savaş vardır; bu savaşlar çok kötü ve gerici kurumların yıkılmasına ya da (Türkiye ve Rusya’da olduğu gibi) Avrupa’da en barbar despotlukların ortadan kalkmasına yardım ederek, insanlığın gelişmesine hizmet etmişlerdir,”[2] V. İ. Lenin’in ifadesindeki üzere…

Malum: Sihirli kelimedir barış; onu istemeyen var mıdır?! Öyle ise bize, “Barıştan yana mısınız” diye bir soru sorulamaz, fakat biz sormadan edemiyoruz: İyi ama “nasıl” bir barış?

Yanıt(ımız): Kendi başına, sınıflar üstü bir barış yok!

Ya coğrafyamızda olan da ne mi? Barış mı, oyalama mı? Devletinki “çözüm” değil, kontrol planı…

“Barış, savaşı yürüten aslî aktörlerin iradesi ve dönüşümü olmadan gerçekleşemez. Bu bağlamda Öcalan Önderliğinin belirttiği, ‘savaşanlar barışır’ sözü yalnızca tarihsel bir tespit değil; aynı zamanda felsefi ve politik bir zorunluluğu da ifade eder… Tarih bize öğretmiştir; barış, ancak savaşın merkezinde duran ellerle kurulur,”[3] denilse de!

Eğer barıştan anlaşılan şey yalnızca silahların susmasıysa, bu kalıcı bir çözüm olamaz. Çünkü silahlar susabilir; ama insanlar hâlâ kimliğinden dolayı dışlanıyorsa, hâlâ “makbul vatandaş” tanımının dışında kalıyorsa, o toplumsal gerilim başka yollarla devam eder. Gerçek barış, onurludur, eşitlikçi ve özgürleştiricidir. Yani taraflardan birinin bastırıldığı, inkâr edildiği, teslim alındığı değil; herkesin kendi kimliğiyle, diliyle, inancıyla var olabildiği bir düzenin adıdır.

2009-2015 kesitindeki “çözüm süreci”, coğrafyamızın, en tartışmalı, travmatik, unutulması mümkün olmayan girişimlerindendir; 2025 coğrafyasında ise hâlâ biçimsel hukuk bile bir hayaletten ibarettir.

Kürt meselesinde “barış” adına iktidarın oyunu, muhalefetin körlüğü netken; “Terörsüz Türkiye” ifadesi boşuna seçilmemiştir. Bu zihniyetten çözüm mü çıkar?

Görüşmeler halktan gizli yürütülüyor. Süreci sorgulayanlar “barış karşıtı” ilan ediliyor. Oysa sorgulamak barışa karşı olmak değil, barışı savunmanın asgari koşuludur.

Evet, “Barış”ı istemek, eleştiri hakkında vazgeçmek ol(a)maz! Çünkü uzlaşma adına siyasal belirsizliği, tarihsel travmayı ve halkın dışlanmasını örten retoriğin ötesinde barış ancak eşitlikçi adaletle mümkündür. Barış, halkla mümkündür. Barış, hesaplaşmayla mümkündür.

Elbette “Barış” diyoruz. Ancak hangi barış? Teslimiyeti kabul etmeyen, halkların eşitliğini savunan, eleştiriyi dışlamayan, sansürü değil çoğulculuğu büyüten bir barış…

Şeffaf ol(a)mayan, belirsizliklere, suskunluklara, pazarlıklara, kamuoyunu bilgilendirmekten çok, manipülatif sessizliğe mahkûm bir “barış demagojisi” değildir istediğimiz…[4]

“DEMOKRASİ”

Dillere pelesenk, içi boşaltılmış bir diğer sözcük de “demokrasi”dir.

Oysa “Demokrasi azınlığın çoğunluğa tabi olmasıyla aynı şey değildir. Demokrasi azınlığın çoğunluğa tabi olmasını tanıyan bir devlettir, yani bir sınıfın başka bir sınıfa, toplumun bir kesiminin diğer bir kesimine karşı sistematik güç kullanmasını sağlayan bir örgütlenmedir.”

“Demokrasi hiçbir zaman ‘kendi başına’ ele alınmaz; başka şeylerle birlikte ele alınır iktisadi yaşamı da etkisi altına alır onun dönüşümünü tetikler ve kendisi de iktisadi gelişmeden etkilenir. Yaşayan tarihin diyalektiği budur.”[5]

Yani “kapitalist demokrasi” sınıfın iktidarına tabidir; “Polisin çok olduğu yerde özgürlük, askerin çok olduğu yerde barış, hukukçunun çok olduğu yerde ise adalet yoktur!” vurgusundaki üzere Lin Yutang’ın; veya “Hiçbir şey, kitle kültüründeki yozlaşma kadar çabuk bulaşamaz,” ifadesindeki üzere José Ortega’nın; ya da “Küçük bir hırsız hapse atılır. Büyük bir haydut, bir ulusun hükümdarı olur,” formülündeki gibi Chuang Tzu’un…

Siz bakmayın “Demokratik uzlaşma temel yöntemdir… Barış ve demokratikleşme için güçlü bir toplumsal irade açığa çıktı. Şimdi buna denk bir siyasi iradenin tecelli ve tecessüm etme zamanıdır. Ancak güçlü bir siyasi irade, demokratik meşruluk, toplumsal destek geleceğin istikrarlı inşasını sağlayabilir,”[6] sözlerine…[7]

Sözü edilen “Demokrasi” vaatleri, “terörsüz Türkiye” paradigmasının kurucu kavramıdır. Monarşilerde, özgürlüklerin daraltıldığı hâllerde, “yeni çözüm yolları” oluşturulamaz.

“Çoklu düşünebilmek, çoklu seçenek sunabilmek ve uygulama alanlarına dönüştürmek yaratıcı düşünceyle mümkün olacaktır. Gelişmelere ak-kara mantığıyla bakmak yerine, ara tonları da görebilme gücünü gösterebilmek önemlidir… Türkiye’yi demokratikleştirebiliriz. Bu, Türk devletini demokrasiye duyarlı hâle getirebilir, böylelikle demokratik toplumu kabul ettirebiliriz,”[8] ham hayallerine, liberal, reformist “iddialara” rağmen, temel tarihsel sorunlar ancak devrimlerin zaferiyle, devrimci zora dayalı çözülebilir.

Tarih gösteriyor: bölge ve coğrafyamızın demokratikleşmesi bir devrim sorunudur. Baskı hangi biçimlere (ulus, cinsiyet, inanç, ekoloji gibi) bürünürse bürünsün, sınıfsal karaktere sahiptir. Kronikleşmiş ekmek, özgürlük, eşitlik, adalet taleplerini çözmenin temel yöntemi, devrimdir.

“SİLAH BIRAKMA”

“Silah bırakmak ya da bırakmamak” bu eylemin muhataplarının karar vereceği bir soru(n)dur. Bizim bu konuda kimseye “komut verme” hakkımız, yetkimiz, niyetimiz yoktur, olamaz da. Ancak bunların böyle olması, meseleye ilişkin eleştirel görüşlerimiz olmadığı anlamı taşımaz.

PKK’nin silah bırakması için gecikilmemesi gerektiğini söyleyen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Kapsamlı reformlarla milli birliğimiz daha da güçlendirilmeli… Türkiye, milli birliğin tahkim olduğu, barış ve huzurun kalıcılaşacağı bir döneme girdi. Ülkede, yeni bir siyasi ve toplumsal hayat oluşmakta. Herkesi ‘Türkiye’nin kutlu geleceğini birlikte inşa etmeye’ çağırıyoruz,”[9] derken; üzerine kafa yorulması gereken aslî soru(n) bunu kim(ler) için, hangi “neden”le yaptığı ve “kim” olduğudur.

Bu meselenin bir yanı, ötekine gelince: Abdullah Öcalan, PKK’ye silah bırakma ve kendini feshetme çağrısı yapıp, “Bu çağrının tarihi sorumluluğunu üstleniyorum” diyerek PKK’nin ömrünü tamamladığını belirtirken şunları dedi:

“PKK; tarihin en yoğun şiddet yüzyılı olan XX. asrı, iki dünya savaşı, reel-sosyalizm ve dünya genelinde yaşanan soğuk savaş ortamları, Kürt realitesinin inkârı, başta ifade olmak üzere özgürlükler konusunda yasaklardan kaynaklı oluşan zeminde doğmuştur.

Teori, program, strateji ve taktik olarak yüzyılın reel-sosyalist sistem gerçeğinin ağır etkisinde kalmıştır. 1990’larda reel-sosyalizmin iç nedenlerle çöküşü ve ülkede kimlik inkârının çözülüşü, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler, PKK’nin anlam yoksunluğuna ve aşırı tekrara yol açmıştır. Dolayısıyla ömrünü benzerleri gibi tamamlamış ve feshini gerekli kılmıştır.

Kürt-Türk ilişkileri; 1000 yılı aşan tarihler boyunca Türkler ve Kürtler, varlıklarını sürdürmek ve hegemonik güçlere karşı ayakta kalmak için gönüllülük yönü ağır basan, hep bir ittifak içinde kalmayı zorunlu görmüşlerdir.

Kapitalist modernitenin son 200 yılı, bu ittifakı parçalamayı esas gaye edinmiştir. Etkilenen güçler, sınıf temelleriyle birlikte buna hizmeti esas bellemişlerdir. Cumhuriyetin tek tipçi yorumlarıyla birlikte bu süreç hızlanmıştır. Günümüzde çok kırılgan hâl alan tarihsel ilişkiyi, kardeşlik ruhu içinde inançları da göz ardı etmeden yeniden düzenlemek esas görevdir.

Demokratik toplum ihtiyacı kaçınılmazdır. Cumhuriyet tarihinin en uzun ve kapsamlı isyan ve şiddet hareketi olan PKK’nin güç ve taban bulması, demokratik siyaset kanallarının kapalı olmasından kaynaklanmıştır.

Aşırı milliyetçi savruluşun zorunlu sonucu olan ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır.

Kimliklere saygı, kendilerini özgürce ifade edip, demokratik anlamda örgütlenmeleri, her kesimin kendilerine esas aldıkları sosyo-ekonomik ve siyasal yapılanmaları ancak demokratik toplum ve siyasal alanın mevcudiyetiyle mümkündür.

Cumhuriyetin ikinci yüzyılı ancak demokrasiyle taçlandırıldığında kalıcı ve kardeşçe bir sürekliliğe sahip olabilecektir. Sistem arayışları ve gerçekleştirmeler için demokrasi dışı bir yol yoktur. Olamaz. Demokratik uzlaşma temel yöntemdir.

Barış ve demokratik toplum döneminin dili de gerçekliğe uygun geliştirilmek durumundadır.

Sayın Devlet Bahçeli’nin yaptığı çağrı, Sayın Cumhurbaşkanın ortaya koyduğu iradeyle diğer siyasi partilerin malûm çağrıya dönük olumlu yaklaşımlarıyla oluşan bu iklimde silah bırakma çağrısında bulunuyor ve bu çağrının tarihi sorumluluğunu üstleniyorum.

Varlığı zorla sona erdirilmemiş her çağdaş cemiyet ve partinin gönüllü olarak yapacağı gibi devlet ve toplumla bütünleşme için kongrenizi toplayın ve karar alın; tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir.”[10]

Söylenenler “açık ve net” iken yine de Arif Çelebi’nin yorumunu aktarmadan geçmeyelim:

“Kürt ulusal hareketi ile sömürgeci faşist burjuva Türk devleti arasındaki uzlaşı arayışlarına seyirci kalmak politik tasfiyeden, ‘etkisiz eleman’ olmaktan başka bir sonuç doğurmaz. Türkiye’deki bütün devrimci demokratik güçlerin birleşerek ‘faşizmin tasfiyesi ve politik özgürlüğün elde edilmesi’ için atılması gereken adımları açık biçimde ortaya koyması ve bu yönde harekete geçmesi öncelikli görevdir.

Tarihinin hiçbir döneminde Türkiye’de demokrasi yoktur, sadece demokrasi sosu vardır…

Burada söz konusu edilen Lenin’in ifade ettiği gibi ‘kimin için, hangi sınıf için demokrasi’ değildir. En saf hâliyle, politik özgürlüktür kastedilen.”[11]

“MÜZAKERE”

“Politik özgürlük”ten yoksun, dar alana sıkıştırılmış “müzakere” mümkün olabilir mi? Kanımızca hayır![12] “Neden” mi?

Liberallerin, “Küçük küçük adımlar atılacak, onlar sonunda bir yere varacak. O varılan yeri herkes içine sindirecek sonra bunu başka küçük adımlarla gelinen yeni aşamalar takip edecek vs,”[13] formülüyle “estetize” etmeye kalkıştıkları müzakere meselesinde, öncelikle “Abdullah Öcalan’ın PKK’nin 12. kongresine gönderdiği ‘tarihi’ mektubu okurken şu iki soruyu mutlaka akılda tutmak gerekiyor: Öcalan konuşuyor ama aslında kim konuşuyor? Mektup bunları söylüyor ama aslında ne demek istiyor?”[14]

“Açılım süreci tıkanıyor mu?”[15] sorusunun daha da sık telaffuz edildiği güzergâhta Devlet Bahçeli ile Recep Tayip Erdoğan ikilisinin “rüzgâr satan” projesi yorgunlar ile ve yılgınlardan başkasına hitap etmiyor. “Çünkü anlamak bir ortak dil gerektirir. Ortak dil ise, ortak yaşam ortak bilgi, ortak birikim, ortak düş, kimi yerde, ortak düşüş demektir. Ortak değilse bile, yakın, benzer gibi.”[16]

AKP-MHP yaşanan gelişmeleri asla “Barış Süreci” olarak tanımlamadığı gibi ne “Barış” ne de “Süreç” sözcüklerini hiç telaffuz etmediler. Çünkü “Barış” sözcüğünü telaffuz etmek, savaşan iki tarafın varlığının kabulünü gerektirdiğini biliyorlardı.

Tek adam rejiminin kapalı kapılar ardında Öcalan üzerinden sürdürdüğü “Terörsüz Türkiye” sürecinde, tarafların kafaları da, yol haritaları da oldukça karışık.

Oysa iktidar ortaklarından MHP için mesele son derece net: “Terör” sorunu ve sona ermesi için “terör örgütü”nün silah bırakıp kendini feshetmesi gerekiyordu. Buna bölgedeki mevcut ve olası gelişmelerde Kürtleri nötralize etmek ya da bir aparat hâline getirmek hesapları da eklenmeli.

Arabulucular, taraflar, gözlemciler yok: Tek adam rejimi ilk çözüm sürecinin aksine, üçüncü tarafların sürece dâhil olmasına izin vermedi. “Yerli” ve “milli” yürütüleceği kaydedilen müzakereler üçüncü taraflar dâhil edilmeden, doğrudan Ankara-İmralı arasında sürdürüldü.

AKP için bunun bir artısı daha vardı: Yeni bir Anayasa ile RTE’nin başkanlık süresinin uzatılması konusunda Kürtlerin desteğinin sağlanması…

İlaveten PKK dört parçayı etkileyen bir aktör, dört ülkeyi de etkileyen bir hareket: Türkiye’yi olduğu kadar Suriye, Irak ve İran’ı da doğrudan ilgilendiriyor. Uluslararası bir nitelik kazanıp giriftleşen Kürt meselesi, bunun Ortadoğu ile uluslararası aktörler ile kurduğu doğrudan/ dolaylı bağlar ve Rojava söz konusu.

Irak Kürdistanı İçişleri Bakanı Reber Ahmed, “Henüz ortada ilerleyen bir süreç yok” derken PKK, Ankara ve DEM’den gelen açıklamalar “ucu açık sürecin” “belirsizliği”ni tescilliyor.[17]

Böylesi bir tablo ne “ ‘… Silahlı mücadele’ esasına dayalı ‘halk savaşı’ stratejisini terk ve partiyi fesih kararı, mücadelenin Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı çerçevesinde, bir bağlamdan başka bir bağlama geçişine dairdir… Öcalan’ın çağrısı ve PKK’nin kararları, bu yarım yüzyılda hak arama bağlamında yeni toplumsal ilişkiler ve yeni bilinç durumlarının hasıl olduğu saptamasından güç alıyor. Bu saptamaya göre, bir çağ dönümünü haber veren tarihsel, toplumsal ve politik değişimler kapsamında, eşitsizlik, sömürü ve tahakküm üzerinde yükselen bir sosyo-politik rejimden özgürlüğe giden biricik yol cephe savaşı olmayabilir”…[18] Ne de “Öcalan’ın yaptığı bu çağrı her şeyden önce hümanist, savaşı, şiddeti dışlayan bir açıklamadır. İnsanlık evriminin bütün sorunlarının eşit, özgür, barışçıl bir topluma kavuşması için verilen mücadelenin hümanist ve şiddeti dışlayan bir mücadele biçimi olması gerektiğini vurgulaması çok önemlidir,”[19] yollu karşılıksız beklentilerle betimlenebilir…

Çünkü Milli Savunma Bakanlığı, Abdullah Öcalan’ın çağrısına ilişkin “PKK ve iltisaklı tüm grupların kendini feshetmesi ve koşulsuz olarak silah bırakarak silahlarını teslim etmesi gerekir,”[20] diyerek Rojava’yı hedeflediği bir “sır” değil.

Özellikle ABD emperyalizminin İsrail ile birlikte yeni bir dizayna tabi tuttuğu Ortadoğu’da harekete geçirilen fay hatları bütün bir jeopolitiği sarsarken ve kapalı kapılar ardındaki müzakereler sürerken, Suriye denkleminde kilit oyuncuya dönüşen Rojava’nın T. “C”nin hoşnut kalacağı bir “çözüm”ü kabullenmeyeceği çok açıktır.

Örneğin Suriye’deki gelişmelere değinen Devlet Bahçeli’nin, “PKK ve buna bağlı bileşenler Öcalan’a tabi olmak, onun talimatları doğrultusunda hareket etmek mecburiyetindedir. Ayrı baş çekenler başka çevrelerin kontrolüne girmiş olur,”[21] tavrını koyması “tesadüfi” değildir.

Çünkü Abdullah Öcalan’ın çağrısına ABD, “PKK’ya fesih çağrısının sorunlu bölgeye barış getirmeye yardımcı olacağına inanıyoruz… Umuyoruz ki Türk müttefiklerimizi Suriye’nin kuzeydoğusunda ABD’nin DAEŞ ile mücadele ortakları konusunda rahatlatmaya yardımcı olacaktır,”[22] rezervini açık açık koymaktadır.

PKK’nın silahsızlanması ve feshi yönündeki çağrı, “barış” kapısını aralayabilir mi?

Yoksa Abdullah Öcalan’ın çağrısı, geçmişteki Oslo görüşmeleri ve çözüm süreci gibi girişimlerin akıbetini mi paylaşacak? T. “C”nin güvenlik stratejisi ve bölgesel dengeler göz önüne alındığında, müzakerenin ilerleyebilmesi mümkün mü?

Bu soru(n)lar orta yerdeyken, sözü Ayşe Hür’e bırakalım:

“12 Mayıs 2025’te PKK kendini feshettiğini açıkladığında, DEM Parti Eş Başkanı Tuncer Bakırhan bir televizyon kanalında (mealen) ‘PKK, benzer olaylarda en sonra yapılan silah bırakmayı en önce yaparak dünyada bir ilk oldu’ dedi. Bunu da takdir ederek söyledi.

İlke Tv’de Mesut Yeğen’i dinledim. Mealen ‘2013-2015 sürecinde fermuar yöntemi uygulanmıştı, bir adım biz, bir adım siz atın şeklinde. Ama bu sefer buna gerek duyulmadı. PKK tarafı tek taraflı adımları atıyor, ben devlet kanadından karşılığının verileceğine inanıyorum. Çünkü dış konjonktür tarafları uzlaşmaya zorlayacak,’ dedi.

Buna karşılık 13 Mayıs 2025 gecesi çeşitli haber kanallarında hükümet/devlet iltisaklı analistler de bu ‘ilk’i takdir ettiler. Öyle ki bazıları ‘literatüre Ankara Yöntemi’ni katacak Türkiye’ diye övündüler. Ankara Yöntemi’nin ana hatları, silahsızlanmadan hukuki adımlara kadar her konunun sadece Türkiye’nin kontrolünde ve yürütücülüğünde olmasıydı. Silahları doğrudan Türkiye teslim alacak, PKK kadrolarının ne olacağına, ‘örgütün bir daha ayağa kalkamayacak aşamaya geldiğine ikna olduktan sonra’ atılacak adımların ne olacağına tek Türkiye karar verecekti.

Örgüt kendini feshettiğine göre, yani ortada resmen bir hiyerarşi kalmadığına göre, silahını bırakmaya razı olmayanları kim ikna edecekti, örgüt tarafının eylemlerini kim denetleyecekti, bu tür ‘oyunbozan’ hamlelerde Türkiye Devleti ‘bakın hâlâ silahsızlanma olmadı, o zaman biz de söz verdiğimiz hukuki adımları atmıyoruz’ derse buna kim ne diyebilirdi, bu konuda devleti kim zorlayabilirdi, bunlara cevap yoktu elbette.”[23]

Ancak KONGRA-GEL Eşbaşkanı Remzi Kartal, AKP’nin süreci kendi iktidar hesapları için araçsallaştırmaya çalıştığını belirterek, “Devleti temsil edenler yanlış üsluptan vazgeçmeli,”[24] demeden de edemiyorken, bu çok şeyi de anlatmıyor mu?

Ya da PKK’nin Yürütme Konseyi Üyesi  Murat Karayılan’ın, 33. Uluslararası Kürt Kültür Festivali’ne gönderdiği mesajda, Kürt sorununun çözümü için iki temel adıma ihtiyaç olduğunu belirterek, “Önder Apo özgürleşmeden, Kürt kültürü ve dili özgürleşmeden barış mümkün değildir,”[25] ifadesi?

O hâlde? Karl Marx’ın, “Başka bir ulusu ezen ulus özgür olamaz,” sözlerinde altı çizilen hakikât hâlâ geçerliliğini koruyorken;  “temkinli iyimserlik” ile Kürt meselesinin yaşamsal önemi arasında ciddi bir denge kurulmalı ve de  “Her şeyin sonuna bakmalıdır,” Herodot’un işaret ettiği gibi…

“DİYALOG” KONUSU

“Müzakere, diyalog” ya da ne deniyorsa, yaşananları “Terörsüz Türkiye” diye tanımlayan AKP-MHP, gelişmeden ucuz bir zafer devşirerek konumlarını tahkim etmek istemektedir.

Hâlbuki ortadaki, bütün toplumsal kesimleri derinden etkileyen devasa bir sosyo-politik sorun olan Kürt halkının özgürlük meselesidir.

Oysa TBMM’de, “Kürt meselesini konuşmak için kurulan komisyonda, tutanağa Kürtçe,[26] bir bilinmeyen dil olarak geçiyor”ken[27] bu AKP-MHP patentli bir uyarıydı herkese, Cemil Meriç’in bir söyleşidedile getirdiği gibi…[28]

Oysa AKP 32. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı’nda Tayyip Erdoğan, “müzakere” denilen muammaya dair net konuştu: “Türk-Kürt-Arap İttifakı ile yeniden başaracağız. Malazgirt, Kudüs, İstiklal Savaşı’nın nüvesi yeniden şekilleniyor… İslâm’ın ve Türklüğün bir dünya gücü olması için Kürt-Türk-Arap ortaklığı şarttır… Irak, Suriye Kürtleri de bizim sorumluluğumuzdadır, onlardan biz mesulüz,” derken; karşılıksız “patronaj” heveslerini dile getiriyor. Dahası, muhtemeldir ki memleketin yarısını ‘terörist’ ilan eden Tayyip Erdoğan ile çevresi, muhalefetsiz bir Türkiye’yi hedefliyor; “aynı gemideyiz” teranesiyle, açlığı, sefaleti, yolsuzlukları unutturacaklarını düşünüyorlar.

AKP ile MHP ve ittifak güçleri, devreye koydukları oyun planıyla, “müzakere”yi, yeni anayasa talebiyle, başkanlık rejimi ve tepesinde Tayyip Erdoğan’ın oturacağı rejimi süreklileştirmeyi hedefliyorlar.

Meselenin kaynağındaysa yerkürede ve bölgede güç dengelerinin değişimiyle haritaların yeniden çizilme gereğinin gündeme gelmesi yer alıyor.

İç ve dış koşulların bizi ilgilendiren yanı XX. yüzyılın başında çizilen haritalarda Kürdistan’ın ve bugün 60-70 milyon civarı Kürt ulusunun inkârı ve bölüşülerek sömürgeleştirilmesinde oluşan statünün sürdürülemez oluşudur.

İtalo Calvino’nun, “Başlayan ama bitmeyen öyküler dünyasında yaşıyoruz,” sözüyle betimlenmesi mümkün olan bu tabloda TÖP Sözcüler Kurulu Üyesi Juliana Gözen, “Sosyalistler olarak sürecin öznesi olmalıyız,”[29] diyor demesine de, “Nasıl”ın, “Niçin”in yanıtı yok.

Sınıf uzlaşmacı reformist liberal sol için soru(n) da tam burada!

Oysa yapılması gereken, “Kürt meselesinin özü yıllardır çeşitli vesilelerle tartıştığımız ama bir türlü karşılıklı bir mutabakatın oluşmaması ve bunun yazılı bir hukuksal metin hâline getirilmemesidir. Evet, bazen çeşitli dönemlerde kardeşlikten, toplumsal sözleşmeden, geçmişten tarihi ortaklıklardan bahsediliyor. Ama bir mutabakata dökülmüyor. Bir hukuku yoktur. Bu nedenle devletin adım atması ve hukuki süreci işletmesi hayati önemdedir,”[30] beklentilerinin/ pazarlıklarının ötesinde, temel özgürlüklerin UKTH ekseninde sağlanması ve de yok sayılanların görünür kılınmasıdır.

“ABARTI(LAR)

Karl Marx’ın,  “Başkasını köleleştiren millet özgür olamaz,” uyarısını “es” geçenler bilmeli ki, ne kadar acı olursa olsun, gerçeği açıklamaktan korkmayan, güçlüdür. Yalan söyleyenler, abartanlar ise ancak güçsüz olanlardır!

Örneğin “Çözüm Türkiye’yi kurtarabilir,”[31] diyenler niye T. “C” için dertleniyorlar?

“Kürt-Türk ilişkilerinde yeni bin yılın şafağındayız. Yoğun sisin ortasında barış çok akıllıca. Tarih yeniden yapılmakta; özneler ilişkileri ve zihniyetleri yeniden şekillendirmekte,”[32] diyenler nerede yaşıyorlar veya tarihi yapmak bu mudur?

Ya da Polat Yıldırım’ın şu sözleri, hamaset değil de nedir? “İmralı’daki tutsaklardan Hamili Yıldırım ile bayramda görüşen kardeşi Polat Yıldırım, ‘Hamili sürekli olarak ‘Süreç bizim inisiyatifimizde. Kimse umutsuzluğa kapılmasın’ diyordu… Hamili her geçen gün daha da iyi görünüyor. Sağlığı da eskisinden daha iyiydi. Sanki tanıdığım eski Hamili değildi. Kendinden çok emin ve kararlıydı. Sürecin gün geçtikçe daha da iyiye gideceğini söyledi’ dedi”…[33]

“Kürt sorununa çözüm için güçlü bir umut olduğu” vurgusuyla Kürtlerin haklarıyla beraber Anayasa’da yer almaları gerektiğini kaydeden yazar-siyasetçi Vahdettin İnce, “Tüm taraflar bilimsel düşünmeli ve ona göre hareket etmelidir… Mazlum Abdi ve Ahmet Şara arasındaki anlaşmadan sonra Türkiye’de bir rahatlama oluştu. Eğer DEM Parti hükümette bazı makamlar alırsa, bir iyimserlik oluşacaktır. Sadece DEM Parti değil, tüm Kürtlerin hükümette yeri olmalıdır,”[34] derken, nerede yaşıyor?

Ve KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, “PKK dönüşecek. Yani bir dönüşüm yaşıyor. Yeni bir biçimde siyasal mücadele içine giriyor. Veyahut da yeni yaklaşımıyla siyasal mücadeleye, tarihe yön veriyor, tarihteki etkisi olacaktır… Yüzyıllara varacak etkisi olacaktır. Bunu böyle bilmek lazım”,[35] derken; Hasan B. Karabey de ekliyor:

“Sosyalizm Kürtçe konuşuyor. Kürt halkının elinde dalgalanan sosyalizm bayrağı bütün dünya emekçilerine ‘başka bir dünya mümkün’ umudu aşılıyor. Demirci Kawa’nın torunları yeni bir sosyalist rönesansın ateşini yakmış ve demirini dövüyor olabilir. Dünyanın bütün sosyalistlerinin bu mücadeleye aşkla, şevkle dahil olması ve destek vermesi gerekiyor”![36]

“Abartı” dediğimiz tam da bu(nlar)…

“Dokunulmaz”lık ile “eleştirilemez”liği besleyen bu tür abartılar, Abdullah Öcalan’ı “kutsal bir varlık” hâline getirmeye hizmet ederken; gerçeklerden kaçışın da önünü açıyor.

“DOĞRU” MU?

Mesele bu merkezdeyken; “şaşkınlık ile soralım: “Doğru mu?” “Nasıl” mı?

28 Kasım 2015’de, “Bu devlet hiçbir zaman hepimizin devleti olamadı. Devleti ele geçiren herkes kendi malı, mülkü gibi kullandı. Hepimizin olsun diye çok uğraştık, uğraşıyoruz da. Kürt halkı çok iyi biliyor; Tahir’i öldüren devlet değil devletsizlik,” diyen Selahattin Demirtaş yıllar sonra da, “Erdoğan, Bahçeli ve Öcalan… Allah hepsine uzun ve sağlıklı ömür versin ama hayatlarının son dönemecinde Orta Doğu barışı, tarihi Kürt – Türk barışı için inisiyatif almış bu üç liderin başarılı olabilmeleri için ben elimden gelenin fazlasını yapacağım,” diyor.

Ayrıca QAD-Barış Araştırmaları Derneği’nin web sitesi “QAD-Barış Meydanı”nda Selahattin Demirtaş’ın “Korkma! Barış” başlıklı yazısında şunlar da kayıtlı:

“Öcalan ve Bahçeli, bu cesareti ortaya koyarken büyük risk almaktan da çekinmiyorlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu iradenin arkasında durarak risk alıyor ve çözüme öncülük etmekten geri durmuyor…

Kürtler kendi ayrı devletlerini kuramadılar, Türkiye’nin her yerine yerleştiler, Türkiye’ye entegre oldular. Devlet de Kürtleri eritemedi. O hâlde Kürtlerin devlet talebini, devletin de bölünme korkusunu ortadan kaldıracak yeni paradigmanın en açık kavramsal içeriğini ortaya koyalım: Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Kürtlerin de devletidir,”[37] diyor.

Bu kadar da değil: “Görünen o ki, Orta Doğu’ya emperyal müdahaleler, kendilerince sonuç alıncaya kadar durmayacak. Bizler Türkiye toplumu olarak bu dönemde bir beraber olacağız; olası risklere, saldırılara, provokasyonlara karşı gerektiğinde Edirne’den Hakkâri’ye kadar 86 milyon bir halk ordusuna dönüşeceğiz; ortak vatanımızı canımız pahasına savunacağız.”[38] “Türkiye Cumhuriyeti devleti hepimizin devletidir. Bu anlamda Cumhuriyeti demokratikleştirme görevi de hepimizindir,”[39] diyor!

“Türkiyelileşme” konseptine uygun “Kentli Beyaz Kürt ile Beyaz Türklük arasında köprü olan” Selahattin Demirtaş’ın dedikleri doğru mu?

Eğer öyleyse, HDP eski Milletvekili Nursel Aydoğan’ın, “Kürtlerin bir araya gelip devlet kurmasını engelleyen tek kişi Öcalan’dır Öcalan iyi bir Türk vatandaşıdır,”[40] ya da Sırrı Sakık’ın, “Bu topraklara, bir saldırı olursa; en insani hakkımız olan anadilimizi bile yasaklayan ve mazlumen şehit ettikleri ecdatlarımızın (Şeyh Said, Said Nursi ve Seyyid Rıza’nın) mezar yerlerini dahi söylemeyen Türkler için; ölümüne mevziye yatabilecek kadar, onurlu(?) insanlarız biz!,”[41] ifadeleri doğru mu?

Eğer doğru ise V. İ. Lenin’in, “Dalga geri çekildiğinde geriye sadece gerçek Marksistlerin kalacak olması bizi korkutmuyor, aksine sevindiriyor,”[42] sözlerini anımsamamak mümkün mü?!

TAVRIMIZ

Veysi Sarısözen’in, “PKK’nin silah bırakması ve kendini gönüllü olarak lağvetmesi hakkında doktriner ve boyumuzdan büyük laflar etmekle zaman kaybetmek yerine ‘bu durumda biz ne yapmalıyız?’ sorusunu sormalı ve kendi ‘Marksist’ ya da ‘Marksist-Leninist’, 12 Mart darbecilerinin tabiriyle ‘hatta Maoist’ çizgimizi, Öcalan’ın paradigmasal düşüncelerini de inceleyerek reel sosyalizmin dağıldığı ve PKK’nin kendini değiştirip dönüştürdüğü şartlarda yenilemeyi düşünmeliyiz,”[43] yollu, parmak sallayan bir tavırla mesnetsiz laflar ettiği koordinatlarda; Kürdistan Komünist Partisi (KKP) Sözcüsü Yasin Yetişgen’in, “Öcalan’ın PKK kongresine sunduğu perspektifi doğru bulmuyoruz. Kürt siyasi liderleri hakkında ortaya koyduğu görüşlere katılmıyoruz”;[44] Hüseyin Şenol’un, “Devlet Bahçeli ve Tayyip Erdoğan sömürgeci devletin adına konuşmaktadır,”[45] saptamalarına kulak verilmelidir.

Ayrıca i) “Kürdistan komünistleri açısından, PKK’nin bu kararı bir ‘selamlanacak’ süreç değil, eleştirel ve tarihsel bir çözümlemeyi gerektirecek bir sürecin başlangıcıdır… PKK’nin 12. Kongresi’nde aldığı fesih kararı, tarihsel bir dönemin sonuna işaret etmektedir. Ancak bu sona, kazanımlarla değil; talepsizlik, halktan kopuş ve devletle uyum arayışı damga vurmuştur. Kürt halkı ağır bir sömürü, baskı ve yoksulluk altındayken; lider odaklı bir politika, komünistlerin asla destekleyebileceği bir tutum değildir.”[46]

  1. ii) “… ‘demokratik siyaset’ yolunu, Türkiye devrim mücadelesine teşmil etmek, tasfiyeci bir görüştür.”[47]

iii) “Sürecin hedefi mücadelenin tasfiyesidir!”[48]

  1. iv) “İşçi sınıfı ve ezilenlerin kurtuluşu, kadınların özgürlüğü, halkların eşitliği için devrim dışında bir yol yoktur! Sosyalizm ve Sovyet Cumhuriyetler Birliği çözümün toprağıdır!”[49] saptamaları ise “doktriner ve boyumuzdan büyük laflar etmek” falan değil, “Dön baba, dönelim” siyasetine, eyyamcılığa prim vermeyen devrimci duruştur.[50]

Yeri geldi bir kez daha aktaralım: Anti-sömürgeci, enternasyonalist radikal sosyalistler açısından Kürtler, UKTH gereği uygun gördükleri müzakerelere girişmeye, uygun gördükleri düzenlemeleri kabule mezundur. Silaha sarılma ve silah bırakma iradesi onlarındır. Kürtler “T. ‘C’ devleti bizim devletimizdir” demeyi seçerlerse bu tercih de, onlarındır.

Ancak radikal sosyalistler Kürtlerin T. “C”yle müzakerelerini estetize etmek, “onaylamak”, “kafa sallamak” ya da görüşmeleri “barış” olarak nitelemekle mükellef değildirler. Hele, hele M-L’in aşıldığı “iddiaları”nı asla.

Radikal sosyalistler için soru(n) UKTH’dan vazgeçmeden, işçi sınıfı mücadelesi ile kimlik taleplerini “Bonis nocet qui malis parcit./ Kötüleri affeden, iyileri cezalandırır,” vurgusuyla, birbirinden soyutlamamaktır.

Her ne kadar kimileri, “Sosyalistler, Kürtler için ne yaptılar da, şimdi Bahçeli ve Erdoğan ile ilişkiden rahatsız oluyorlar?” maruzatını -ezberletilmiş gibi- yaysalar da; radikal sosyalistlerin, şimdiye dek Kürtler için hiç bir şey yapmamış olması (haydi bunu bir an için “doğru” kabul edelim) ülkücü ve İslâmcılar ile diyaloga başlatılmasına “gerekçe” oluştur(a)maz!  “Diyalog” arayışı bir tercihtir ve sosyalistlerin yaptıkları ile açıklanamaz. Kaldı ki, mücadele tarihleri boyunca radikal sosyalistler -her zaman, teoride ve pratikte- UKTH’nı savunmuşlardır.

Ezen ulusun komünistleri, Kürtlerin ulusal özgürlük, eşitlik ve ulusal birlik hakkının vazgeçilmezliği konusundaki görüşü sımsıkı koruyarak, ezilen ulusun ayrılma ve ayrı devlet kurma hakkı özgürlüğünü savunur. Ayrılma ve ayrı devlet kurma hakkı, ezilen ulusun demokratik muhtevasıdır. Komünistler bu muhtevayı destekler.

Bizim desteğimizi tayin eden şey, harekete önderlik eden sınıfın niteliği değil, hareketin demokratik içeriği ve haklılığıdır. Bu doğrultuda, bizcileyin Kürtlerin özgürlük mücadelesi ile coğrafyamız işçi sınıfının kurtuluşu, ortak bir anti-kapitalist ve anti-emperyalist mücadele birliği ile dayanışma zemininde gerçekleştirilmelidir.

“Süreç, tarihsel görev ve sorumlulukların yerine getirilmesi gereken bir süreçtir. Demokratik cumhuriyet, ortak yaşam ve ortak vatan kavramsallaşmaları, demokratik ulus yaklaşımında somutluk kazanmıştır,”[51] denilse de; biz radikal sosyalistlerin hedefinin “Terörsüz Türkiye” değil, sınıfsız bir coğrafya olduğu bilinciyle, düzen(sizliğin)in sınırlarına hapsolmayı, devrimci potansiyelin kapitalist manevralarca soğurulmasını reddetmek, boynumuzun borcudur!

14 Eylül 2025 19:08:32, Muğla.

N O T L A R

[*] Rojnameya Newroz, Ekim 2025…

[1] Ho Chi Minh.

[2] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Savaşa Karşı Tutumu, çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1970.

[3] Tayip Temel, “Savaşanlar Ancak Barışabilir”, 3 Haziran 2025… https://yeniyasamgazetesi9.com/savasanlar-ancak-barisabilir/

[4] Bkz: i) Temel Demirer, “Emperyalizm Çağında Barış Savaş Demektir, Savaş da Barış!”, Kaldıraç Dergisi, No: 221, Aralık 2019… ii) Temel Demirer, “Barış (=Hayat) ile Savaş (=Ölüm) Hâli”, 2 Eylül 2016… https://temeldemirer.blogspot.com/2016/10/baris-hayat-ile-savas-olum-hali.html iii) Temel Demirer, “Emperyalist Yerkürede Barış (Yalanı) ve Savaş (Gerçeği)”, Kaldıraç Dergisi, No: 195, Ekim 2017… iv) Temel Demirer, “Barış (mı Dediniz?!)”, Kaldıraç Dergisi, No:271, Şubat 2024… v) Temel Demirer, “Barış (ile Savaş) Gerçeği”, Kaldıraç Dergisi, No:173, Aralık 2015… vi) Temel Demirer, “Emperyalist ABD ve Barış”, Görüş21, Mart 2023… https://temeldemirer.blogspot.com/2023/03/emperyalist-abd-ve-baris.html vii) Temel Demirer, “Yeniden Paylaşım Kaosu = Emperyalist Savaş Tehdidi”, Kaldıraç Dergisi, No:251, Haziran 2022… viii) Temel Demirer, “Sürdürülemez Kapitalizm: Kriz, Savaş ve Dünya Hâl(ler)i”, Kaldıraç Dergisi, No:261, Nisan 2023… ix) Temel Demirer, “Devrimci Sanat Barış için Savaşır”, Kaldıraç Dergisi, No:158, Ağustos 2014… x) Temel Demirer, “Barış İçin Akademi (mi?)”, Rojnameya Newroz, Aralık 2015… https://temeldemirer.blogspot.com/2015/11/baris-icin-akademi-mi.html

[5] V. İ. Lenin Devlet ve İhtilal çev: Kenan Somer Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989.

[6] Tuncer Bakırhan, “Barışa ve Demokratik Dönüşüme Çağrı”, Yeni Yaşam, 4 Nisan 2025, s.10.

[7] “Şimdi aramızdan bazıları sesleniyor: ‘Hadi şu bataklığa gidelim!’ Bu sözlerinden utanacak olduklarında da söylediklerini hemen reddediyorlar: ‘ Ne geri kafalı insanlarsınız! Nasıl olur da sizi daha güzel bir yola çağırma özgürlüğümüzü utanmadan inkâr edersiniz!’ Ah elbette baylar, yalnızca çağırmakta değil, istediğiniz yere, bataklığa bile gitmekte özgürsünüz; hatta bizler sizin gerçek yerinizin bataklık olduğunu düşündüğümüzden, size oraya yerleşmeniz için elimizden gelen yardımı göstermeye de hazırız. Yeter ki, bizim ellerimizi bırakın, bize tutunmayın ve o yüce özgürlük sözünü kirletmeyin, çünkü biz de istediğimiz yere gitmekte ‘özgürüz,’ yalnızca bataklıkla değil, yönünü bataklığa çevirenlerle de mücadele etmekte özgürüz!” (V. İ. Lenin, Ne Yapmalı? Hareketimizin Canalıcı Sorunları, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1968.)

[8] Afşin Aybar, “Yaratıcı Düşünce”, Yeni Yaşam, 21 Haziran 2025, s.2.

[9] “Bahçeli’den Silah Bırakma İçin ‘Reform’ Açıklaması”, 31 Mart 2025… https://www.avrupademokrat7.com/bahceliden-silah-birakma-icin-reform-aciklamasi/

[10] “PKK Silah Bırakmalı Kendini Feshetmeli”, Birgün, 28 Şubat 2025, s.7.

[11] Arif Çelebi, “Türkiye’de ‘Demokratik Dönüşüm’ Mümkün mü?”, 12 Mart 2025… https://etha55.com/haberdetay/arif-celebi-yazdi-turkiyede-demokratik-donusum-mumkun-mu-201789

[12] Bkz: i) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Kürt Kardeş(ler)imize “Maruzat”ım(ız) Var”, Rojnameya Newroz, Ocak 2025… https://temeldemirer.blogspot.com/2025/01/kurt-kardeslerimize-maruzatimiz-var.html ii) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “… ‘Eski(meyen)/ Yeni Türkiye’de Barış (mı?)!”, Rojnameya Newroz, Haziran 2016… https://temeldemirer.blogspot.com/2016/06/eskimeyen-yeni-turkiyede-baris-mi.html iii) Temel Demirer, “… ‘Barış’ (mı?), ‘Süreç’ (mi?), ‘Müzakere’ (mi?)”, Rojnameya Newroz, Yıl:7, No: 239, 19 Ağustos 2013… iv) Temel Demirer, “Özgürleşme, Demokratikleşme ve Müzakere Süreci”, Kaldıraç Dergisi, No:146, Ağustos 2013… v) Temel Demirer, “… ‘Diyalog’ ve ‘Hoşgörü’den Çok Özgürlüğe Muhtacız!”, Rojnameya Newroz, Yıl:5, No:184, 24 Ağustos 2011… vi) Temel Demirer, “Barış ve Demokrasi (mi?) Bağlamında Kürt Meselesi”, Kaldıraç Dergisi, No:117, Ocak 2011… vii) Temel Demirer, “… ‘Açılım’ Kapanı”, Demokrasi ve Özgürlük Dergisi, No:3, Şubat 2010… viii) Temel Demirer, “Güncel Boyutlarıyla Kürt Meselesi”, Rojnameya Newroz, Yıl:5, No:165, 9 Mart 2011… ix) Temel Demirer, “… ‘Demokratikleşiyor’ muyuz? Kürt Açılımı ve Ötesi! Mümkün mü?”, Kaldıraç Dergisi, No:106, Aralık 2009…

[13] Mehmet Y. Yılmaz, “… ‘Yeni Paradigma’ Dediği Ne Ola ki?”, 3 Ocak 2025… https://www.t24.com.tr/yazarlar/mehmet-y-yilmaz/yeni-paradigma-dedigi-ne-ola-ki,47924

[14] Ergin Yıldızoğlu, “Bir Mektup, İki Soru”, 9 Haziran 2025… https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ergin-yildizoglu/bir-mektup-iki-soru-2407748

[15] Merve Kılıç, “Açılım Süreci Tıkanıyor mu?”, 28 Ağustos 2025… https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/zaman-daraliyor-kimse-silah-birakmiyor-acilim-sureci-tikaniyor-mu-2430006

[16] Ferit Edgü, Hakkâri’de Bir Mevsim, Sel Yay., 2014, s.13.

[17] İbrahim Varlı, “IRA, ETA, FARC Örnekleri; Yanlış İliklenen O Düğme”, 21 Mayıs 2025… https://www.birgun.net/makale/ira-eta-farc-ornekleri-yanlis-iliklenen-o-dugme-624623

[18] Ertuğrul Kürkçü, “PKK’nin Kendisini Feshi Üzerine”, 13. Mayıs 2025… https://www.aktuelsanat.net/pkknin-kendisini-feshi-uzerine/

[19] “Ömer Ağın: Öcalan’ın Çağrısı ile Yeni Bir Mücadele Dönemi Başlamıştır”, 14 Mart 2025… https://politikahaber.com/omer-agin-ocalanin-cagrisi-ile-yeni-bir-mucadele-donemi-baslamistir/

[20] “MSB’den ‘PKK’ Açıklaması”, 6 Mart 2025… https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/son-dakika-msbden-pkk-aciklamasi-tum-gruplar-silah-birakacak-mi-2306643

[21] “MHP Lideri Devlet Bahçeli: Ahmet Türk Görevine İade Edilmeli”, 12 Eylül 2025… https://haberglobal.com.tr/gundem/mhp-lideri-devlet-bahceli-ahmet-turk-gorevine-iade-edilmeli-478207

[22] “Beyaz Saray’dan Öcalan Açıklaması”, 28 Şubat 2025… https://t24.com.tr/haber/beyaz-saray-dan-ocalan-aciklamasi-bolgeye-baris-getirmeye-yardimci-olacaktir,1222113

[23] Ayşe Hür, “Türkiye-PKK Çatışması ‘Ankara Yöntemi’ ile Çözülebilir mi?”, 14 Mayıs 2025… https://www.facebook.com/photo/?fbid=4105720256367259&set=a.2158118591127445

[24] “Remzi Kartal: Devleti Temsil Edenler Yanlış Üsluptan Vazgeçmeli”, 12 Eylül 2025… https://mezopotamyaajansi43.com/tum-haberler/content/view/286711

[25] “Karayılan’dan Komisyon Açıklaması: Sürecin Mimarıyla Görüşmeniz Gerekiyor”, 14 Eylül 2024… https://www.rudaw.net/turkish/middleeast/turkey/1309202517

[26] Bkz: i) Temel Demirer, “Varlığın Vazgeçilemez Aidiyetidir Anadili”, Rojnameya Newroz, Şubat 2024… https://temeldemirer.blogspot.com/2024/03/varligin-vazgecilemez-aidiyetidir.html ii) Sibel Özbudun, “Be Ziman Jîyan Na Be!”, Esmer Dergisi, No:76, Ocak-Şubat 2013… iii) Temel Demirer, “Anadili, Toplumsal Varoluş Meselesidir”, Rojnameya Newroz, Mayıs 2025… https://temeldemirer.blogspot.com/2024/03/varligin-vazgecilemez-aidiyetidir.html iv) Temel Demirer, “Anadili Nefes Almaktır”, Rojnameya Newroz, Mayıs 2020… https://temeldemirer.blogspot.com/2020/05/anadili-nefes-almaktir.html… v) Temel Demirer, “Özgürleşme Dilde Başlar”, Kaldıraç Dergisi, No:188, Mart 2017… vi) Temel Demirer, “Abes Bir Tartışma: Dil Meselesi ya da Kürtçe”, Esmer Dergisi, No: 66, 1 Kasım 2010…

[27] Gökçer Tahincioğlu, “Demokratikleşme Paketleri Beklenirken Hangi Kanunlar Gelecek”, 23 Ağustos 2025… https://t24.com.tr/yazarlar/gokcer-tahincioglu-yuzlesme/demokratiklesme-paketleri-beklenirken-hangi-kanunlar-gelecek,51266

[28] “Kürtçülüğü tasvip etmediğimi daha önce söylemiştim. Ortada bir dil yok. Bir devlet geleneği yok. Edebiyat yok. Neye göre devlet kuracaklar ki?

Vakıflar Yurdu’ndaki etnolojik-bölücü faaliyetlerden ben de üzüldüm. Biz bu adamları devlet memuru, bakan, profesör, asker yapıyoruz, hiçbir zaman ayrı görmüyoruz. Niye böyle yapıyorlar anlamak güç evladım, güç…

Ben bir ilim adamıyım. 1967-1968’lerde sosyolojide hoca iken hadislerin en kızıştığı bir devrede solcu talebelerimin yüzüne karşı hakikâti haykırabiliyordum ve çıt çıkmıyordu sınıftan. Ben hakikâtin arayıcısıyım çünkü. Eskiden batıda ilim dili Latince idi, bizde Arapça. İsteyen bu dilleri öğrenir ve ilimden faydalanırdı.

Âlim de kitabını bu dillerde yazdığı için ilmin yayılması o kadar kolay oluyordu. Şimdi ise muhakkak başka başka ilim dillerini öğrenmek mecburiyeti var. Bir insan ömrü ancak iki dili öğrenmeye yeter. Her gün hemen hemen her dilde birçok ilmi neşriyat, keşifler, buluşlar çıkıyor ve biz bunlardan mahrumuz, ilim yayılmalı. İlim dili olarak bir dil kabul edilse çok sevdiğim Türkçeden vazgeçer, o dilde okur-yazarım ki, ben Türkçe’de üslup sahibiyim. Ömrümü Türkçe’nin inceliğine hasretmişim. Buna rağmen bırakabilirim. Hâl böyleyken Kürtçülere ne oluyor?” (Cemil Meriç ile Sohbetler, Halil Açıkgöz, Doğu Kütüphanesi Yay. s.27-28.)

[29] “Juliana Gözen: Barış İktidarın İnsafına Bırakılmaz, Sosyalistler Özne Olmalı”, 3 Haziran 2025… https://yeniyasamgazetesi9.com/baris-iktidarin-insafina-birakilmaz-sosyalistler-ozne-olmali/

[30] DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan: Kardeşlik Hukuku Eşitlik Hukukudur”, Yeni Yaşam, 26 Mayıs 2025, s.7.

[31] Dilan Babat-Melek Avcı, “Yüksel Genç: Çözüm Türkiye’yi Kurtarabilir”, Yeni Yaşam, 15 Temmuz 2025, s.7.

[32] M. Nuri Özdemir, “Son Savaştan Ebedi Barışa”, Yeni Yaşam, 5 Mart 2025, s.10.

[33] Deniz Babir, “Hamili Yıldırım: Kimse Umutsuzluğa Kapılmasın”, Yeni Özgür Politika, 24 Haziran 2025… https://www.ozgurpolitika.com/haberi-kimse-umutsuzluga-kapilmasin-201838

[34] Hevidar Zana, “İnce: Kürtler Statüsüz Kalamaz, Hakları Anayasada Yer Almalı”, 2 Nisan 2025… https://www.rudaw.net/turkish/middleeast/turkey/0104202516

[35] “Murat Karasu: PKK Çağrıya Uyacak Devlet de Gereğini Yapmalı”, Yeni Yaşam, 6 Mart 2025, s.9.

[36] Hasan B. Karabey, “Sosyalizm Kürtçe Konuşuyor”, 27 Mayıs 2025… https://yeniyasamgazetesi9.com/sosyalizm-kurtce-konusuyor/

[37] “Demirtaş’tan Hem Öcalan’a Hem Bahçeli’ye Övgüler”, 13 Mart 2025… https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/demirtastan-hem-ocalana-hem-bahceliye-ovguler-risk-almaktan-2309095

[38] “Demirtaş’tan Türkiye’deki Sürece İlişkin 4 Maddelik Öneri”, 17 Haziran 2025… https://www.rudaw.net/turkish/middleeast/turkey/170620257

[39] “Selahattin Demirtaş: Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Kürtlerin de Devletidir”, 13 Mart 2025… https://bianet.org/haber/selahattin-demirtas-turkiye-cumhuriyeti-devleti-kurtlerin-de-devletidir-305398

[40] Queen @Qalb675091657, 4 Haziran 2025.

[41] Sırrı Sakık, 17 Haziran 2025… https://x.com/drlfnn_systnm/status/1935073383680475565

[42] V. İ. Lenin, Mektuplar, çev: Alaattin Bilgi, Evrensel Yay., 1995.

[43] Veysi Sarısözen, “Dünya Değişirken Biz Değişmezsek Ne Olur?”, 9 Mart 2025… https://politikahaber.com/sarisozen-dunya-degisirken-biz-degismezsek-ne-olur/

[44] Faruk Balıkçı, “Kürt Siyasi Partilerinden Öcalan’a Çağrı”, 18 Haziran 2025… https://www.guneydoguekspres.com/kurt-siyasi-partilerinden-ocalana-cagri

[45] Hüseyin Şenol, “Faşizmle Halaya Durulmaz!”, 7 Mart 2025… https://www.avrupademokrat5.com/fasizmle-halaya-durulmaz-hesap-sorulur-huseyin-senol/

[46] “PKK’nin Feshi ve Komünist Tutum!”, Denge Welad, 13 Mayıs 2025.

[47] “PKK’nin 12. Kongresi’ni Nasıl Okumalıyız?”, 18 Mayıs 2025… https://komungucu9.com/6396/

[48] Halkın Günlüğü Gazetesi, No: 50… https://gazetepatika23.com/halkin-gunlugunun-50nci-sayisi-cikti-167213.html

[49] “MLKP: Devrim Dışında Bir Yol Yoktur! Sosyalizm ve SSCB Çözümün Toprağıdır!”, 26 Mayıs 2025… https://www.avrupademokrat8.com/mlkp-devrim-disinda-bir-yol-yoktur-sosyalizm-ve-sscb-cozumun-topragidir

[50] “Sosyalist yazar Arif Çelebi, Kürt Halk Önderi ve PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısında yer alan ‘Demokratik mücadele tek biçimdir’ görüşüne katılmadığını belirterek ‘Bu, gerçekliğe de uymuyor’ dedi. Türk devletinin sözlerini yerine getirmediğini belirten ve buradan sonuç çıkmayacağını vurgulayan Çelebi, ‘Ulusların kendi kaderini tayin hakkının savunulması’ kapsamında tabii ki saygı duyduklarını ifade ederek ‘Çağrının içeriğini benimsemiyoruz’ dedi. Ayrıca ‘Biz ulusal halk taleplerini destekleriz’ diyen yazar, faşist Bahçeli ile kurulan diyalogun abartı olduğunu belirterek, bu kadar samimiyete gerek olmadığını belirtti.” (“Arif Çelebi: Büyük Bir Savaşa Hazırlanmak Lazım”, 5 Nisan 2025… https://www.avrupademokrat7.com/arif-celebi-buyuk-bir-savasa-hazirlanmak-lazim/)

[51] Afşin Aybar, “Değişim Dönüşüm ve Demokratik Siyaset”, Yeni Yaşam, 26 Mart 2025, s.10.

 

Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu