Aktüel Dünya

Ekonomi, sana dair her şeydedir!

ÇARÇEL ENGİZEK

Ekonomi toplumun en temel uğraşı ve işi olurken diğer yandan da toplumun en sınırlı ilgi ve yaklaşımını ortaya koyduğu alan olmaktadır. Ekonomiye yaklaşımla gelişmesi gereken düzeltme, zihniyetin köklü bir değişimini gerektirir. Tarihsel toplum biliminin üzerine onca yazıp-çizdiği ve ilk toplumsallaşmanın ve kendinin farkına varmasıyla oluşan bu gerçeklik neden bu kadar saptırılmıştır? Ya da gerçeği nerede ve nasıl yaşanmıştır? Bunu tartışmalarla ortaya çıkarmakla en azından bilincimizin toplumsal yanını yeniden güncelleyebiliriz. Zira ekonomi, yaşamsal olduğu kadar yaşamdan uzaklaştırılmış bir gerçeği ifade eder.

Toplumsal ekonomi, yaşamın merkezinde gelişen bir faaliyet olmasından kaynaklı aynı zamanda toplumsal örgütlenme biçimidir. İnsanlığın kendini diğer canlılardan ayırt etmesi, farkına varması ve örgütlenmesi, bunun üzerinden gelişmiştir. Burada Marksçı teoriye yakınlaştığımız söylenebilir. Ancak toplumların tarihsel gelişiminde ekonomi, salt bir iktisat, sınıf ve mühendislik alanı olarak gelişmemiştir. Ekonomiyi bu nedenle de toplumun merkezine koymamız (yaklaşımımız geniş bir içeriktedir) yaşamın ahlaki-politik içeriği olarak ele almaktır. Yaşamın tüm alanlarıyla ilgili olan bir olguyu kendi ataerkil bilincimizde, derinlerde yer edinen tanımlamalarla değerlendiremeyiz. Bilincimizin derinlerinde yatan beş bin yıllık eril kültür bize bilincimizin temeli gibi gelse de biraz daha eşip gerilere gitmekte fayda vardır. Hakikat, kendinin, toplumsallığının farkına varma durumuysa o zaman bilincimizin derinlerine inmek, toplumsal hafızamızın coğrafyasında dolaşmak ve oradan bakmak gerekiyor. O zaman yeniden bir sorgulamayla, ekonominin ne olup ne olmadığını ortaya koyabiliriz.

Ekonominin tarihsel gelişimi

Ekonomiye tarihsel olarak baktığımızda uygarlık öncesi gelişim aşamaları önemlidir. Kapitalist modernite ruhunun en çok da bedene dönüştüğü gerçeğini ekonomide görürüz. Ekonomi diye bilinen ve günümüze kadar birikerek tekelleşen ‘sermaye’, yazılı tarihle başlar. Ancak yazılı tarih öncesinin paylaşımcı ve demokratik, dayanışmacı evreleri, insanlık toplumlarını bugüne kadar ayakta tutmuştur.

İnsanlık tarihinin büyük bir bölümü, hatta belki de yüzde 98’i, doğal ekonomik örgütlenmelerle geçmiştir. Kapitalist modernitenin güncel literatüründen hareketle ele alarak değerlendirmek ve bakmak, bu durumda yanlış olabilir. Biz ekonomiyi toplumun ihtiyaçlarını karşılamak ve bunun politikasını belirlemek uğraşı olarak ele alabiliriz. Bu da bize geniş bir bakış açısı sağlar.

Bilinen Alman düşünür Goethe, tarih için, “Üç bin yıllık geçmişinin hesabını yapamayan insan, günübirlik yaşayan insandır” der. Biz bu tespiti, “Toplumsal tarihin demokratik ve dayanışmacı gelişimini bilmeyen insan, tarih bilincinden ve toplumunun ana etken ve politikasından uzak düşünen insandır” diye de deforme edebiliriz. Toplumsal ekonomi tarihini bilmeyen, toplumsallığının dinamiklerinden de tecrübe çıkaramaz. Bu nedenle de insanlık tarihinin ekonomik yapısını doğal topluma kadar indirgemek önemlidir.

Paleotik süreçle başlayan ve daha sonra Mezeolitik ve Neolitikle devam eden insanlığın toplumsal serüvenini bizler, ekonomiyi toplumsal dayanışma ve ortak ihtiyaçları örgütleme, eşit ve demokratik yaşam olarak güncelliyoruz. Ekonomi, en bilinen biçimiyle, insanların 300 bin yıl boyunca yaşamını sürdürmek için yemişleri ayıklaması, ağaç diplerinden besinler çıkarması, yabani meyveleri toplaması, avcılık yapmasıyla başlamıştır. Geçimlik ekonomi dediğimiz bu yaşamsal faaliyet, insanlık toplumsallığının temel aktivitesi olmaktaydı. Ekonomik faaliyet genel olarak tüm varlıkların kendi yaşamlarını sürdürebilmesi için doğadan aldıklarını kullanmasıdır. Bu nedenle kökenlerine inmek ve her insanın bir ekonomist olduğunu söylemek çok da abartı olmayacaktır.

Geçen zaman evrelerinde araçların gelişimini de ekonominin gelişmesinden uzak ele alamayız. Toplumsal var olma hali, maddi ve manevi gelişimi ortak geliştirmiştir. Bulunan yemişler ve toplanan bitkiler, gruplarda dayanışma ve gelişmeyi ortaya çıkarır. Beslenme ve yaşamını örgütleme alanı olan ekonomi, grup ve dayanışma sağlamada önemli bir boyut olmuştur. Cinsiyetin ve eşitsizliğin olmadığı, tüm besinlerin ortak grup kolektivitesi içinde paylaşıldığı bir dönem yaşanmıştır. Yapılan tüm arkeolojik ve antropolojik kazılarda ve araştırmalarda ortaya çıkan gerçek, bu dönemde toplumun tamamlayıcı ve bütünleştirici özelliklerinin yaşamda hâkim olduğudur. Avcılığın gelişmesi, doğal işbölümü sonucudur. Cinsler arasında fark yoktur ya da bir statü hiyerarşisi gelişmez. Ekonominin demokratik ve katılımcı hali, tüm faaliyet alanlarında ortaya çıkar. Kadın bu nedenle yaşamda en aktif ekonomik üreticidir.

İnsanın diğer varlıklardan farklılaşarak kendi olmaya doğru gidişinde en önemli adımlardan biri, alet-araç yapımıdır. Taş, ağaç, kemik gibi nesneleri önce üzerlerinde herhangi bir değişiklik yapmadan kullanır. Daha sonra bu nesneleri kullanmanın sağladığı faydaları anladıkça alet yapımına yönelir. Elde ettiği bu aletlerle bitki ve meyveleri daha iyi toplayabilir, yiyecekleri daha kolay hazmedebileceği duruma getirir, hayvanları avlar, kendisini savunur, bazı mekânları barınağı yapar. Uzun bir sürede gerçekleşen bu dönüşüm, ateşin kullanımıyla birlikte sıçramalı bir hale gelir.

Toplumsallıkla gelişen dayanışmacı ekonomi

Tarihin kesitleri içinde bize çok da uzak olmayan doğal toplum evresi, toplumsal ekonominin en güçlü geliştiği ve örgütlü olduğu dönemdir. Doğal toplumun son evresinde ise faaliyet alanları çoğalmış, iş bölümünde uzmanlaşma yaşanmıştır.

Neolitik dönem, M.Ö. 10.000-5500 yıllarını kapsar. Son buzulların erimesiyle coğrafyada belli değişimler yaşanması ve ılıman iklimin gelişimiyle, genel olarak tüm dünyada benzer kültürel, teknik, üretimsel gelişmeler meydana gelir. Ancak Ortadoğu, özelde Mezopotamya’da bu süreç daha belirgin biçimde yaşanır. Yukarı Mezopotamya’da gelişmenin coğrafyayla, yani iklimsel nedenlerle ilgili yanı da vardır. Daha önceki evrelerde belli maddi ve manevi gelişimlerin yaşandığı, bunların nitelikli bir yaşam örgütlenmesine ve üretimine dönüştüğü gerçeği, antropologlar ve arkeologlar tarafından da ifade edilmektedir.

Fırat ve Dicle nehirlerinin yukarı bölgesinde, Zagros-Toros dağlık alanlarında ilk kez yerleşik yaşama geçilir. Tarımın gelişmesi ve hayvanların evcilleştirilmesi, doğal barınakların olması ve sosyal gelişmelerin somut olarak örgütlenmesi, somutlaşması bu dönemdedir. Buzulların erimesi ve koşulların oluşmasıyla birçok coğrafyada da neolitik gelişim baş göstermiş olsa da sınırlı ivme kazanmıştır. Toprağın elverişliliği, suyun bol olması, doğal yağış sistemi, gerek bitkiler gerekse de havyanlar için doğal bir yaşam alanı oluşturur. Ama neolitik devrimde doğal etkenler ve kaynaklar, yaşam koşulları bir etmen olurken en önemli diğer etmen ise bunun farkına varılması ve kültürel bir sistemin, kolektif, komün yaşamın örgütlendirilmesidir. Ortadoğu coğrafyasına araştırmalarıyla hâkim olan Gordon Child, Ortadoğu’daki toplumsal ve ekonomik gelişimi “devrim” olarak nitelerken bunu daha çok tarımın Nil Vadisi’nde ve Fırat, Dicle kenarlarında evcilleştiğini ve orada yerleşik yaşamın başladığını belirtir. Ancak bunun da yetersiz bir ele alma durumu olduğu, daha sonraki araştırmalarda açığa çıkar. Birçok araştırmacı gibi Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan da toplumsallıkla gelişen neolitik kültürün Yukarı Mezopotamya’dan çıktığını değerlendirmektedir: “Homo Sapiens türünde niteliksel bir sıçramaya ulaştığında, aslında toplumsal devrimin en temel ve birinci aşaması gerçekleşmiş oluyordu. Bu toplumsal devrimin en temel özelliği, topluluk halinde yaşamanın üstünlüğünün kavranmasıdır. Maddede ilk elementlerin oluşumu gibi, toplumsallıkta da dayanıklı birimlerin kalıcı ve giderek ilerleyen bir çizgide gelişimi söz konusudur.” Bu tespitten de anladığımız gibi neolitik kültürel ve sosyal yapısı, toplumsallığın bilincine varmakla gelişmektedir. Mezopotamya’da bu gelişim, coğrafi koşulların toplum tarafından bilince çıkarılmasıyla ilgilidir.

Hiçbir çiftçi, ‘Ben ürettim’ demez

Toplumsal dayanışmanın temellerinden olan armağan kültürü, sosyal yapıyı da bir o kadar güçlendirir. Armağan ekonomisinde karşılıklı ilişki ve paylaşım esastır. Neolitik süreçlerde ve öncesi tüm evrelerde armağan ekonomisi temeldir. Bu kültürün toplumsal yapısı günümüzden çok farklı örgütlenir. Günümüzde bir şeyi metaya dönüştürmeden, azami kar sağlanmadan ve karşılığında bir şey almadan geliştirmek tersinden bir algı yaratır. Yani “çıkarın olmayacaksa vermeyeceksin”. Ancak doğal toplum insanının bakış açısında armağan, karşılıklı olarak verilirse ayıplanır, kabul edilmez. Doğal toplumdaki armağan ekonomisinin yarattığı kültürel, etik yaklaşımı Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, açık bir dille değerlendirmektedir: “Ekonomik değerlerin tarihsel-toplumsal niteliği çok açıktır. Zaten değişimin ilk başlarda ayıplanmayla karşılaşması, fazlalıkların armağan edilmesi, değere verilen kutsal anlam nedeniyledir. Halen hiçbir çiftçi, “Ben ürettim” demez; ‘Atalarımın malını işleyip nasipleniyorum’ der. Hatta ‘Tanrının nimetine hamdolsun’ diyerek, kaynaktan ne anladığını basitçe ama sözde ‘bilimden’ daha anlamlıca ortaya koymaktadır.” Günümüzde üretilen ve açığa çıkan nesne ve benzeri maddeye hiçbir zaman birey, kendisinin olarak bakmaz. Ekonomiye ahlaki bir rol atfedilir. Var olan fazlalık doğanındır ve doğadan ihtiyacı kadar faydalandığını düşünür. Kendisinde olanın fazlasını bir diğerine armağan etmek üretilen maddeye anlam vermekle, değer vermekle ilgili bir durumdur.

Tarihçiler ve toplumcu ekonomistler, armağan ekonomisinin insanlık tarihinin büyük bir bölümünde yaşandığını kabul etmektedir. Neolitik devrimde armağan kültürü ve ekonomide kolektif ve paylaşımcı yaşam biçimi sürerken diğer yandan köy toplumunda farklı ihtiyaçların açığa çıkmasıyla takas, mübadele ekonomisi de yanı sıra gelişir. Armağan ekonomisinde verilenin karşılığının beklenmesi ayıplanırken, mübadele ekonomisinde ise klan ve kabilenin ihtiyacı karşılığında bir başka klan ya da grupla karşılıklı alışveriş yapılmaktadır. Kendi klanının ürettiğini bir başka kabile üretmiyordur ve bu durum üzerinden karşılıklı bir üretim paylaşımı olur. Bazı durumlarda saygınlık ve armağan üzerinden yine yapılır. Ancak bireyler üzerinden yapılmaz ya da akrabalar birbiriyle takas yapmaz; maddi kar elde etmek yoktur. Çünkü ekonomi, hepsini bir araya getirir ve ortak üretim sahibidirler. Pazarlık üzerinden gelişen ve kar amaçlayan bir takas henüz gelişmemiştir. Bu doğal üretim süreçleri bahsinde genel olarak adı anılan yer, Tel Xalaf’tır. Tel Xalaf’ta şekillenen ekonomi, ortaklaşmacı komünal bir ekonomidir. Üretenlerin paylaşmaya eşit katıldığı bir ekonomidir. Bu, köy ekonomisidir. Günümüzde bozulsa da köylerdeki imece tarzı yardımlaşmalar, dayanışmalar, bu ekonominin günümüzdeki yansımasıdır.

Tarihin tersinden yükselişi: Sınıflı toplum gerçeği

Tarihi ne hiyerarşili/statülü ataerkil süreçle başlatabiliriz ne de bir zaman sonra bu süreçleri görmeden değerlendirebiliriz. Tarihin kendi içerisindeki evrimsel gelişimine, toplum içinde çıkan yarıklarla müdahaleler her zaman olmuştur. Sınıflı tarihe geçiş de bu müdahalelerden biridir. “Bu nedenledir ki, Uygarlıksal gelişmenin kaçınılmaz bir halkası söz konusu bile değildir. Bin bir tesadüfün birleşik etkisiyle ve kadim uygarlıkların yarıklarında ve marjinal bölgelerinde, pazarın üzerinde ve karşıtında para oyunlarıyla sağlanan ve uzak ticaret yollarından, sömürge talanlarından payına düşeni fazlasıyla almış bir grup büyük tüccar spekülatörü, Avrupa’nın en iddiasız iki kenti üzerinden önce Avrupa’da, sonra tüm dünya üzerinde hegemonyasını kuracak şansı yakalamış ve müthiş kullanmıştır.” Abdullah Öcalan’ın belirlemesinden de görüyoruz ki sınıflı topluma geçiş kader değildi. Sermaye/tekel ekonomisi, küçük bir hileden başlayarak dev uluslararası kartellere kadar gelişmiştir. Biriktirerek, sermaye oluşturarak, halkı sömürerek yol almıştır. Toplumun ekonomisine el koymak, ilk önce kadının başat olmaktan çıkarılmasıyla yaşanmıştır. El konulan, “ana kadın” olmuştur. Tüm toplumun manevi ve maddi birikimlerine saldırı olunca karşı devrim gerçekleşmiş olur. Kadının manevi ve maddi dünyadan, kültürden uzaklaştırılması, toplumsallığın baş aşağı gidişini getirir. Artık halklar ve topluluklar, kendi emekleri ve yaşamlarıyla bir üretim içinde olamazlar. Bu durum, artık ekonominin talanıdır.

Başlarda çok zayıf ve cılız, kimsenin dikkatini çekmeden gelişen topluma saldırı, daha sonraları çok örgütlü bir hal alır. Tarihe yalnızca sınıflı tarih olarak bakmak, işte bu güçlü meşrulaştırmanın sonucu gelişen bir bakıştır. Daha sonra “güçlü, kurnaz, erkek” üçlüsü bu güne, yani ulus-devlet yapılanmasına kadar işi büyütür. Devletlerin sermayesi, ulus ötesi şirketler, tekelleşen sermaye, finans kapital, faiz… Hepsi merkezkaç sistemiyle bugüne kadar gelmiştir. Güney Mezopotamya’da, Uruk’ta başlayan bu merkez, daha sonra sürekli yer, isim, coğrafya değiştirerek bugüne gelmiştir. Son adı, El Ubeyt kültürüdür. El Ubeyt kültürü, erkek egemen bir kültürdür. Artık topluma ve kadına karşı açılan bir savaşın, kültürün adı olur. Üretim kültürü, ortaklaşma, paylaşma, dayanışma özelikleri sınırlandırılmıştır. Erkek tanrılar çağı başlamıştır.

Nedir bu ‘ekonomi’ dedikleri ?

“Ekonomi” tanımı Yunanca’dır. Toplumun tüm kolektif emek süreçlerini kendi içinde anlamlandıran ve inceleyen bilim dalı olmasının yanı sıra yaşamın manevi ve maddi, kültürel faaliyetinin somut alanıdır. Bireylerin etkinlik alanlarının manevi ortaklaşmasıyla birlikte doğan ilişkiler bütünüdür. Kavramın Yunanca içeriği, “aile yasası”, “ev yasası”, “evi geçindirme kuralları” demektir. Kavram olarak Antikçağ Grek-Helen dünyasına aittir.

Ekonomi kavramı, dil kökeni bakımından Yunanca “ev ve yönetim” anlamlarını dile getiren “oikos” sözcüğüyle “yasa” anlamını dile getiren “nomos” sözcüğünden türetilmiştir. Anlam bu biçimde yaşamın maddi üretiminin karakterine işaret etmektedir. Toplumun, toplulukların, grupların zaruri ihtiyaçlarını (barınma, giyecek, yiyecek…) örgütlemede, maddi üretimde faal olma durumudur. Ev yasası ve ev yönetimi anlamına gelen ekonomi, en temelde kadının alanıdır. Eskilerde ev ya da aile, bildiğimiz dar-çekirdek aile yapısı değildi. Geniş, klanı ve aşireti de içerecek biçimde geniş, ortaklaşan, aynı mekânları kuran bir yapıydı. Bu nedenle de aileyi geçindirme yasası demek, kadının topluluk, klan ve aşireti geçindirmesi yasası demektir.

Bugün topluma ve insana yabancı bir olgu gibi gelen ekonomi, hepimizin kafasını katıştırmaktadır. Özellikle televizyonlarda karşımıza anlaşılmayan rakamlar ve soyutlamalar gelir. Kapitalist modernite, bu yöntemleri Sümerlerden beri uygularlar. Tüm toplum o nedenle hep kendi dışında görür ekonomiyi. Özelikle kadınlar, ekonomiye en yakın cins olmalarına rağmen en uzak tutulan cins olur.

Ekonomi, en basit ele alışla, nasıl yaşadığımız ve nasıl baktığımızla ilgilidir. Elimizdeki üretim aracının kimlerin inisiyatifinde olduğu da önemlidir. Yani araç, topluluğun ihtiyaçlarını karşılamak için ortak/kolektif mülkiyet midir? Grubun kendi denetiminde midir yoksa tekel güçlerde midir?

Nasıl yaşadığımızla nasıl ürettiğimiz ve tükettiğimizle ilgili bir durumdur ekonomi. Ürettiklerimizi nasıl kullanıyoruz? Nasıl paylaşıyor, dağıtıyoruz? Üretimimiz üzerinde ne kadar karar gücümüz var? Bunlar önemlidir.

Doğal toplum evrelerindeki gibi ekonomiyle iç içelik durumumuz var mıdır? Kendi koşullarımızda üretime yabancılaşmadan yaşayabiliyor muyuz? Bunların hepsi, ekonominin çerçevesini ortaya koyar.

Yaşamla ilgili olan çoğu şey, ekonomi alanına girer. Ekonomi, halkın ihtiyacı olan her şeyi kapsar. Salt üretim alanıyla ele alınır ama sağlık, eğitim ve toplumsal olan tüm aşamalar, bir yanıyla da ekonomiye dairdir. Yaşadığımız ülke, şehir, mahalle ve köyü ilgilendiren tüm üretim ve yaşamsal sorunlar, ekonomi kapsamına girer.

İhtiyaçlar demokratik ve eşitlikçi biçimde karşılanabiliyor ve herkes yeteneğine göre üretimde yer alabiliyor ve ihtiyacı kadar karşılığını alabiliyorsa, orada demokratik ekonomik yapı var demektir. Toplumsallık yalnızca bir araya gelme durumu değildir. Yaşadığın kentin koşullarına halk olarak müdahale etme gücün varsa ve söz hakkına sahipsen o zaman gerçek bir sosyo-ekonomik düzen içinde yaşıyorsundur.

İçinde olalım ya da olmayalım, yaşamdaki tüm aktivitelerin ekonomiyle bağı vardır. Ekonomi, insanlar arası ilişkilerin bütünüdür. Mahallemizde okul, sağlık ocağı, hastane, kütüphane, park, spor alanları, kültür kompleksleri, gençlik ve kadın merkezleri gibi toplumun ihtiyacını karşılayacak kamu kuruluşları var mı? Eğer varsa, bu yerlerin giderlerini kim karşılıyor, bu yerlerde kimler çalışıyor? Bu yerleri çevredeki özel yerlerle kıyasladığınızda hangileri daha yeni ve bakımlı? Mahallemizde para ödemeden gidebileceğimiz sosyal alanlar var mı? Mahallemiz ve sokaklarımız temiz mi, buraları kimler temizliyor? Yaşadığımız yerin havası temiz mi, kirli mi, nasıl kirleniyor, kimler kirletiyor, kirletenlere bir yaptırım var mı? Mahallemizde çocuk parkı var mı? Mahallemizde umumi çeşmeler var mı, bu çeşmelerden temiz su geliyor mu, bu su için herhangi bir yere ödeme yapıyor muyuz? Tüm bunları da ele alırsak ekonominin çerçevesi ortaya çıkar.

Kadınlar ekonomik faaliyetin neresinde ve ne kadar yer alıyor? Yer alıyorlarsa demokratik ve eşit bir durumda üretime dâhiller mi?

Soruları çoğaltabiliriz. En basit haliyle ekonomi, insanların yaşamlarında ihtiyaç duyup kullandıkları şeyleri üretmek amacıyla yaptıkları bütün çalışmalardır. Çalışmadan kasıt, sadece istihdam değil, bütün üretken faaliyetlerdir. Zihinsel ve düşünsel üretimler de buna dâhildir. Üretim biçimlerini kategorize etmeden, cinsiyetçileştirmeden, ortak, paylaşımcı biçimde ele alıyoruz. Ancak yalnız başına üretim, toplumsal ekonomiyi anlamada yetersiz kalır. Çünkü sadece üretime dayanan ekonomi, devletçi, sınıfçı uygarlık ekonomisidir. Toplumsal ekonomiye üretim kadar, üretilen ürünlerin bölüşümü de eklenmelidir. Yani toplumsal ekonomi, üretim ve bölüşümden oluşur.

EB / Aktüelsanat

portal için içerik derleyici

Bir yanıt yazın

Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu