
Dersim Nerede Yoldaş?
Üç gündür 60-70 kişilik bir grupla Dersim’deyiz. Hozat, Ovacık ve Pertek’te doğal yerler ve kutsal mekanlar ziyaret edildi. Geceyi Yurtlar Kurumu’nun tesislerinde geçirdik. Bir yandan grubun düşünüş ve davranış tarzını, bir yandan da, esnafı, halkı, kişileri, doğayı ve devlet otoritesini anlamaya çalışıyorum. Anlatılacak ve yazılacak epeyce malzeme birikti. Bu malzemelerden genelde “diklenen” sonuçlar çıkarıp yazılar yazmama rağmen bu sefer durumun o denli iç açıcı olmadığını anımsatmak isterim. Ben yine de olumlu, direnç yüklü, gelecek vaat eden değerlendirmeler yapmanın bir yolunu bulacağıma inanıyorum! Böylesi bir bakışın elbette nesneli yansıtmaya ve eleştirilere engel olmayacağını da bilmenizi isterim. Nesnel derken de kendi nesnelimi kastediyorum.
Pülümür’deki asker-polis, kontrolünü aşmayı başarıp da Dersim kent merkezine geleli üç gün oldu. Pir Sultan Abdal derneği yöneticilerinden Kenan Yerlitaş’ın organize ettiği gezimizin bugünkü ayağında Dersim-Merkez’deki işçi grevini ziyaret vardı. Direniş, grev, mücadele her yerde susturulsa bile Dersim’de çeşitli biçimlere bürünerek sürüyor diyebiliriz. Bu biraz da doğa ve toplum yasasıdır. Varlık, bir alandan itilir ya da sıkıştırılırsa en zayıf halkayı bulur. Peşinden halkayı kırıp kendisine yeni bir yol haritası çizer. Oradan yoluna devam eder. Yani dağların sesi susturulursa aynı sesi kentler yükseltmeye başlar. Bazen de tersi olur. Diyalektik döngü düşüncede ve doğada olduğu gibi toplumda da son bulmaz. Dersim’deki Enerji Sen üyelerinin başlattığı grev de bana ilkten bu diyalektiği anımsattı.
Böyle bir tecrübeyi, bir kaç yıl evvel de Ordu-Fatsa’ya yaptığım bir gezide ve Fatsa’da yaptığımız bir panelde gözlemlemiştim. Yoğun ilgiye şaşıranlara karşı “burası nihayetinde Fatsa” demiştim. Aynı düşünce çok daha fazlasıyla Dersim için geçerlidir. Dolayısıyla beni İstanbul’dan Dersim’e uğurlarken “Nerede o eski Dersim? Dersim’i bitirmişler yoldaş” diyerek hüzünlü, sitemkar eleştiriler yapan arkadaşa bu grevin iyi bir yanıt olduğu bilgisini buradan iletmek istiyorum.
Evet, arkadaşın çok katı ve tek yönlü bakışını doğrulayan pek çok örnek var. Bununla birlikte bunları bertaraf edecek bir potansiyel de var Dersim’de. Grev alanında yaptığım kısa konuşmada bu potansiyele de değindim. Ülkemizde kadın hareketi, Kürt dinamiği, çevreci mücadele, inanç örgütleri, gençlik ve yoksul köylülük bu potansiyeli oluşturuyor. Tüm bunların temelinde ise emekçilerin sınıf mücadelesi yer alıyor. Filozoflar, başlangıçta söz vardı veya ses vardı diye tartışadursun grev, her şeyin aslını söylüyor: Emek ve üretim olmadan hiçbir şey olmuyor.
Benim açımdan Dersim 3-4 günde anlaşılacak bir coğrafya ve toplum değil. Doğa felsefesi, toplum felsefesi, tarih felsefesi açısından felsefesinin yapılması gerekiyor. Keza siyaset felsefesi ve dil felsefesi açısından da başlıbaşına bir bilgi nesnesidir Dersim. Bunlar için yalnızca sağa sola göz atmak, dağı tepeyi görmek, Munzur’a bakmak yeterli olmaz. Dolayısıyla Dersim yazılarını bu bağlamlarda paylaşma niyetindeyim.
Dersim deyince kapitalizmin gelişme dinamiklerini mutlaka dikkate almak gerekiyor. Zira beton ve demir uygarlığı Dersim’i de kuşatmış görünüyor. Elektrik işçilerinin grevi de diğer negatif durumlar da tüm bu gelişmelerden ayrı ele alınamaz. Gidişata ilişkin bir suçlu aranıyorsa o da kuşkusuz ki gelişmekte olan ve Dersim’i de kuşatmakta olan kapitalizmdir. Şu da var ki sınıf teorisi yapanlara göre kapitalizmin sonunu da egemen hale gelen kapitalizm getirecektir!
Düşünce, biraz da yerelin vereceği bilgilerin toplamı ve sentezidir. Bu yüzden de Dersim’den değerli yazar arkadaşım Özlem Armen’in bana/bize eşlik etmesi, Dersim’in daha hızlı anlaşılmasında önemli olmuştur. Çektiği yaratıcı fotograflarıyla Dersim’i size taşıyan Birol Sakin’i de unutmak olmaz. İçerik ve görselleri şimdi olduğu gibi yarın, öbürgün paylaşmaya çalışacağım. Grev dayanışmasına döneyim yeniden.
Pir Sultan Abdal derneğinin Dersim şube başkanı olan Eli Ekber Kaya’nın yönlendirmesiyle grev alanına gitmişti ki, Kaya kentin ekonomi politiğine ilişkin de bilgiler paylaştı. “Dersim’deki barajı engelleyemedik ama sonraki 16 barajın yapımını durdurduk” dedi.
Grevdeki işçilerin tavır ve davranışları yalnızca patrona karşı etkili olmakla kalmıyor çevreyi de etkiliyor. Dayanışma kültürünü bileğliyor diyebiliriz. Hatta ziyaretçileri de motive ettiğini, kitleye bilgi ve bilinç taşıdığını da ileri sürebiliriz. Gerçi Armen’in dediğine bakılırsa greve ilgi, destek ve dayanışma beklenenden azmış. Ben de konuşmamda sınıf bilincine ve komünizm düşüncesine vurgu yaptım. Grev ve direnişlerin ilk olmadığını, son da olmayacağını sınıfsız, sömürüsüz bir dünya kuruluncaya kadar mücadelenin süreceğini söyledim. Bu görüş aynı zamanda “Dersim’i bitirme” söylemine de bir yanıttır. Bilim felsefesine göre hiçbir şey son bulmaz ve bitmez; yalnızca form değiştirir.
Şimdilik zihnimde kalan şu ki, Dersim’e girişte sol yamaca askerler tarafından nispeten büyük harflerle “Ne mutlu Türk’üm Diyene” sloganının yazılmış olmasıdır. Bunu görünce birçoğunuzun içinden “paradokslar yurdu Dersim” sözleri geçer. Unutmadan söyleyeyim, Dersim deyip durduğuma bakmayın, Tunceli zihniyeti oldukça egemendir. “Mutluluk” yazısını Kılıçdaroğlu görselleri izliyor ki, Dersim’in, “bildik, eski Dersim” olduğunu bir kez daha düşünmek şart oluyor.
Anekdotlar bazen sayfalarca yazının söylediğinden daha fazlasını söyler. Konu Dersim olunca şu anekdot aklıma geldi: Demirel, ODTÜ’yü ziyaret eder. “Eski devrimciler nerede, ne oldular? diye sorar. Öğrenciler hep bir ağızdan yanıt verir: Astınız ya! Bu yazıda nedense aklıma “devrimci Dersim” ile “devrimci ODTÜ” arasında bir bağ kurmak geldi.
Not: Şimdilik belediyecilik ve kendisiyle de görüştüğümüz “komünist başkan” mevzusuna girecek kadar cesaret gösteremedim. Umarım bir sonraki yazıda konuya dair yazacak kadar cesaretim olur.
Dersim’i Unutma Yoldaş
Dersim’de bir günü daha geride bıraktık. Günlük tutsaydım bugün neler yazabileceklerimi düşündüm. Hareketliydik, bu yüzden de bir çok mekana, konuya ve olaya temas etmekle yetindik. Kalabalık bir topluluğuz ve az zamanda çok tecrübe etmek istediğimiz için de teğet geçmekle yetiniyoruz. Böyle olunca nicelik niteliğin önüne geçiyor. Somut, nicel durumu da olduğu gibi yazmak istemiyorum. Vikipedya ve kitap bilgileri aktararak zaman da almak istemem.
Dersim’in doğal, sosyal ve tarihsel özelliklerine ilişkin son yıllarda çok sayıda entelektüel, akademik ve serbest çalışmalar yapılıp yayımlandı. Bunları tekrar etme miyetinde de değilim. Daha çok Dersim’in bana çağrıştırdıklarını, kritik, dinamik ve sembolik yönlerle ilgilenmek istiyorum. Mesela basında ve kamuoyunda duyduğumuz haberleri test etmek düşüncesi bunlardan birisi.
Munzur ve Mercan dağlarının eteklerindeki savaşçılarla karşılaşmak da beklentiler arasında. Bunlar, gazete, televizyon ve dergilerde çıkan “Munzur Vadisi’inde gerilla yol kesti” türünden haberleri de çağrıştırıyor. Zihnin beklentileri yoğun ve hareketli. Bakalım gün neler söyleyecek, tanıklıklar zihni ne derece ikna edebilecek? Bu soru ve duygularla güne merhaba dedik.
Dersim Zihniyeti ve Kutsallık
Dersim’in hemen dışında, otel olarak kaldığımız öğrenci yurdunda köpek havlamalarıyla uyandık. Yurt bahçesinde küçüklü-büyüklü 6-7 tane köpek vardı. Onları bir gün önceki akşam, benzinciden aldığımız ekmeklerle beslemiştik. Yine bir gün önce yaşlı bir kadın arkadaşı, oradan geçmekte olan bir polis aracı, bulunduğumuz yerden otobüse kadar götürürken insanları duygulandırmıştı! Bu yüzden de yurt bahçesinde, gruptan biri olan İsmail’in, “Tunceli’nin polisleri de köpekleri de ne kadar halka yakın, ne kadar iyi dostlar” demesi kaç kişinin dikkatini geçti, bilemiyorum.
Benim açımdan, böyle bir durum, varlığa (bu arada Dersim’e de) gereksiz bir kutsiyet yüklemek anlamına geliyor. Gerçi bizim program da, kutsal yerleri ziyaret etmek üzere organize edilmiş. Düzgün Baba ve Üryan Hıdır ziyareti bunlardandır. Dolayısıyla gerek ziyaret ettiğimiz kutsal mekanlar, gerekse somutta temas ettiğimiz insan ve insan toplulukları da bu kutsiyet duygusunu epeyce içselleştirmiş ve tetiklemiş oluyor. Üstelik eşlik ettiğim kurum, Alevi/Kızılbaş örgütlülüğü içinde ilerici özellikler taşıyan ender örgütlerden birisi: Pir Sultan Abdal Kültür Derneği.
Dersim gezisinin büyük bir kısmı, inanç duygusunun etkisinde geçiyor diyebilirim. Ben son yıllarda Alevi/Kızılbaş inancına belli bir ilerici özellik atfetsem de toplumun büyük bir kısmının dinsel yabancılaşma bakımından risk grubuna girdiğini de söylemem gerekiyor. Gruptakilerin ruh haline bakılırsa Düzgün Baba, Baba Mansur, Sarı Saltuk Ocağı ya da Üryan Hıdır, her derde deva bulacak mekan ve şahsiyetlerdir! Beni rahatsız eden de Dersim’e buradan bakılmasıdır. Dersim zihniyeti, kutsalın gölgesinde kalıyor. Grupta bununan Dede kılıklı kişiler ile cami imamı arasındaki fark da neredeyse kapanmış. Bu şahsiyetlerden biri Dersim merkezde, bir kahve toplantısında Alevilerin İslamla var olduğunu söyleyince mekan sahipleri itiraz etti ve hararetli tartışmalar çıktı. Kavganın eşiğinden dönüldü.
Munzur Vadisi’nin Söyledikleri
Böylesi bir kutsal psikoloji içindeyken Dersimli arkadaşım Özlem Armen’den bir ses geldi, not düştü telefonuma. “Buluşalım” dedim. Armen “Tamam” deyip günün büyük kısmında bize rehber olarak eşlik etti. Dersim Merkez’den Ovacık’taki Munzur Gözeleri’ne dek genel olarak kent ve içinden geçtiğimiz civar hakkında bilgiler verdi, yorumlar yaptı. Biraz hüzünlü, biraz buruk, biraz sevinçli bir duygu durumu vardı. Güldüğümüz de oldu.
1937-1938 katliam yıllarına kadar gerilerden geldik. Yol, yolculuk, manzara, konuşmalar ve içerik çok yoğundu. 1-2 saatin nasıl geçtiğini bile bilemedik. Biz kendi aramızda konuşurken Munzur vadisi boyunca, kendisi de bir Dersimli olan dernek başkanı Kenan Yerlitaş da kitleye bilgiler veriyordu. Katliam yıllarında “mermi gitmesin diye insanların süngüye takılarak katledildiğini” söylüyordu. Ansızın bir sessizlik oldu. Armen ne düşünüyordu, bilmiyorum ama ben, ezberimde de olan Nihat Behram’ın Dersim’i Unutma Yoldaş adlı şiirini içimden okumaya başladım. Sizinle de paylaşmak isterim şiiri:
DERSİM’İ UNUTMA
Aştı yeryüzünün kızartısı günbatımı rengini…Akan kandır: oluk oluk bebelerden, yaşlılardan…
Aştı dağların uğultusu gök gürültüsünü…Döven top mermileridir: göğüsleri, alınları…Akan kandır, döven top mermileriO mazlum halkı, o öksüz vatanı…
Derinleşti Lâç Deresi, Harçik Çayı, Zilan…Yükseldi Halis Dağı, Haydaran, Munzur…Akan kandır, döven top sesleri mahzun vatanı…
Aksakallar, ölü canlar, kundak bezleriİnim inim kan içinde kaynadı,Günlerce yaraları yaladı zulüm rüzgârı,Analar yavrular için, yavrular bacılar içinGökyüzünün yıldızınca ağladı…
Akan kandır, Dersim’i unutma yoldaş,Bin kat daha akıtılsa savun nazlı vatanı…
Bımre koletî…Bıji Azadî…
Dersim, Şairler ve Filozoflar
Şiiri içimden okurken, içeriğini, estetiğini bir kez daha düşündüm. Düşünce, beni Descartes’a kadar gerilere götürdü. Descartes demişti ki, çoğu zaman filozofların felsefesinde bulamadığımız derinliği ve içeriği şairlerin şiirlerinde buluyoruz. Dersim’i Unutma Yoldaş adlı şiiri de bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor. Dersim’e buradan baktığımızda gözlem sonuçları, rehberimiz Özlem’in anlattıkları ve şiirin söyledikleri, sosyal ve tarihsel gerçekliği çok belirgin ve şeffaf bir şekilde kanıtladığını görüyoruz.
Munzur vadisi boyunca doğaya baktık, ona baktıkça aklımız bizi tarihe, travmalara ve trajedilere götürdü. Özlem, Laç deresi, Harçik çayı, Haydaran üzerine duyduklarını söyledi. Tabi, bunları biraz da benim sorularım, niyetim ve amacım belirliyordu. Sanırım benden daha çok duygulanıyordu Özlem. Ne de olsa katliamın çocuğudur. Üstelik yazan çizen, bilen birisidir. Bilinç sorumluluk yükler insana.
Dersim ve Uçurum Geyikleri
Merak edenler için söylüyorum Munzur Vadisi boyunca gerilla yol kesmedi ama bir kaç kez heyecan yaşadık! Çünkü yollarımızı 2-3 noktada dağ keçileri (geyikler) kesti. Savaşçıların bıraktığı boşluğu, anlaşılan şimdilik geyikler doldurmuştu. Yine bir an rehberimden koparak Muzaffer Oruçoğlu’nun Tohum, Dersim, Newroz ve Uçurum Geyikleri adlı romanlarındaki sahnelere daldım. Newroz’un bir sahnesinde komutan Şivan şöyle konuşur: Bir zamanlar karşıdaki yamaçlarda Marksist gerillalar faaliyet sürdürüyordu! Şivan’ın söylediklerini anımsayınca “tarih tekerrür mü ediyor” demekten kendimi alamadım. Uçurum Geyikleri’ni sorarsanız onlar da ya yurtlarına dönmüş ya da farklı, devrim için daha elverişli coğrafyalara çekilmişlerdi!
Baştan da değindiğim gibi günü yoğun geçirdik. Dersim’in içinden geçerek Munzur Vadisi boyunca Ovacık’a gelmemiz, burada kahvaltı yapıp Munzur Gözeleri’ne yönelmemiz bir kaç saatimizi aldı. Munzur suyunun kaynağına kadar vardık. Armen, buraya yapılan endüstriyel müdahalelerden yakınırken bir yandan da girişteki mum yakma, dilek dileme ve dua ritüeline yönelik eleştiriler yaptı. Sonra dağın ve kayaların arasından pırıl pırıl gelen sudan avuçlarımızla içtik de içtik… Dernek yöneticisi Zeynel’in bir gün önceki uyarısını anımsadım: Yarın gözlere gideceğiz, öncesinden su içmeyin ki Munzur’un kutsal suyundan içebilesiniz! Gözeler’in içinde ve civarında birkaç kare daha fotoğraf çekip alandan ayrıldık. Armen, bizden ayrılıp merkeze dönmek üzere Ovacık yolunu tutarken biz de Ovacık’tan Hozat’a doğru Ferhat Tunç türküleriyle yola koyulduk.
Dersim ve Doğa Felsefesi Sorabilirsiniz ki Dersim’de bir günün özetinden nasıl bir sonuç çıkardınız? Geriye ne kaldı? Önceki yazımda kapitalizm bağlamında kısa bir Dersim tasviri yapmıştım. Şimdi ise gelenek eleştirisi yaparak iki konuya işaret edip soruyu yanıtlamak isterim. Birisi doğa felsefesi açısından soruna yaklaşmak olur. Burada Thales’ten başlamak üzere ilk kuşak filozofların doğa felsefesi yaptıklarını, suya, toprağa, havaya arkhe diyerek sistem kurduklarını söyleyip felsefe dersi anlatmayı düşünmüyorum.
Dersim’in coğrafyasına hayran olmayacak insanların varlığını da düşünemiyorum. Bununla birlikte vurgulamak şart ki, Dersim’in doğasına mistik, kutsal ve yüce değerler yükleyerek Dersim’i buna indirgemek sakıncalıdır. Bana öyle geliyor ki, grup bileşenleri Dersim’de doğa, su, dağ keçisi, hava, heybetli dağlar, yemyeşil ağaçlar ve ormanlar dışında hiç bir şey görmüyor. Oysa Dersim, bu değil. Kaldı ki benzer güzellikler dünyanın farklı coğrafyalarında da bulunabilir. Üstelik doğaya güzellik yükleyen de insandan başkası değildir. Bir fransız ressam olan E. Delacroix, pek güzel söylemiştir: Biz romantik olduktan sonra dağlar güzelleşti!
Kutsalın Felsefesine Karşı Mücadele
İkinci sonuç da inanç açısından soruna bakma yanılgısıdır. Dersim deyince kutsal mekanlar ön plana çıkıyor ve Dersim bastırılıyor! Ezilen inanç bilinci ve devrimci kimlik mücadelesi önemlidir ama bu, sınıf bilincinin ve sınıf mücadelesinin önüne geçerse sömürücü dünyanın ömrümü uzatmaya hizmet eder. Buradan bakınca sanki son yıllardaki sosyal, siyasal duraklamada devrimci kişiler ve güçler inanç limanına sığınıyor, orada çözüm ve kurtuluş arıyor gibi bir manzara ortaya çıkıyor.
Doğa felsefesine karşı olduğu gibi din ve inanç felsefesine karşı da yeni bir bakış açısıyla felsefe yapmak gerekli görülüyor. Anladığım şu ki ana akım doğa felsefesi de ana akım din felsefesi de bizi toplumdan, üretim ilişkilerinden ve sınıf olgusundan uzaklaştırmaktadır. Dolayısıyla yeni bir perspektifle bu anlayışlara karşı ideolojik, estetik ve politik mücadele yürütmek gerekiyor.
Bir sonraki yazıyı, Düzgün Baba, kent merkezi ve Seyyit Rıza üzerinden yazacağım.
Not: Komünist belediyecilik mevzusuna girecek cesareti bir önceki yazımda gösterememiştim. Ne yazık ki şimdi de gösteremedim. Umarım bir sonraki yazıda cesaretim olur.
Dersim Dört Tuzak İçinde
Dersim’in ordu ve polisle dansı, yüz yılların geçmesine rağmen, bitecek gibi görünmüyor. Dersim’e yolunuz düşerse önce ordu/polis size “hoşgeldiniz” diyecektir. Bu noktadaki güvenliğin ruh haline bakarsanız, insanlığın yabancılaşma içinde yabancılaşma yaşadığını düşünebilirsiniz. Pülümür’den girince kent merkezi yönünde Ovacık sağınızda kalır. Bölgeyi bilenler varsa “baskın yemiş” karakollardan söz edebilirler. Bu tür karakolların yerini tepelerde konumlanmış olan kalekoller almış. Birinin çevresinde elinde uzunca silah olan kadın askerleri görürseniz, şaşırmayın. Fakat kadının da yabancılaşmasını tartışmaya açabilirsiniz.
Modernizmin, kadına getirdiği “özgürlüğün” niteliğini de tartışmayı öneririm. O modernleşme ki, bir de kadın kaybına neden oldu. Gülistan Doku’yu unautmak olası mı? Dolayısıyla modernleşmenin, son yolların Dersim’ini anlamak için merkezde olması gereken bir husus olduğunun da altını çizmek isterim. Gerek araçtaki Dersimli dostların, gerekse yereldeki kişilerin ruh hallerinde de modernleşmeye olan hayranlık egemendi denilebilir. Bunlara göre son yıllarda “Tunceli” çok gelişmiş bir kent haline gelmiştir. Yüksek katlı binalar, asfalt yollar, kente teğet olan barajlar, beton ve demir uygarlığı “Tunceli”yi ne de güzelleştirmiştir!
Düzgün Baba: Mazlumların Yoldaşı
Pek çok arkadaşın bildiği gibi birkaç günlüğüne Dersim’in yolunu tuttuk. An itibariyle Dersim’den Malatya’ya geçmiş durumdayım. Dolayısıyla notları Dersim seyahatinde almış olsam da şimdi bu metni Malatya’dan yazıyorum. Yolcukukla birlikte bu dördüncü yazı olmuş oluyor. Bir önceki yazıda Dersim’i, yalnızca doğa felsefesi ve din/inanç felsefesi açısından ele almanın yanlış ve hatalı olacağı ileri sürülmüştü. Şimdi konuyu daha anlaşılır hale getirmek için daha çarpıcı bir tema seçildi: Dört tuzak! Dersim’deki önemli duraklardan birisi Düzgün Baba diyarı oldu. Oradan başlamak uygun görülüyor. Yazarken Ozan Emekçi’nin Düzgün Baba türküsünü buldum İnterneten:
Dara düşenler çağırır
Düzgün Baba Düzgün Baba
Yoksula umut doğurur
Düzgün Baba Düzgün Baba
Cümle erenler başısın
Mutsuzun mutlu düşüsün
Mazlumların yoldaşısın
Düzgün Baba Düzgün Baba
İlk ziyaretimiz Düzgün Baba’ya olmuştu Dersim’de. Dernek başkanımız Kenan Yerlitaş ile yürüdük biraz. Yamaç dik ve nispeten uzundu. İnancı kuvvetli olan arkadaşlar sonuna kadar tırmandılar. Ben geri dönen grupta kaldım. Mekanın düzlüğünde dernek ve cemevi kurulmuş. Kurum başkanı Sinan Kırmızıçiçek ve Mercan Kırmızıçiçek ile tanıştık. Kısa süreli bir tanışma ve fikir teatisi oldu aramızda. Kurbanlar kesildi, yemekler yenildi Düzgün Baba’da. Akşam da dostlar ceme durdu. Hegel’in ruhu (geist) adeta Nazimiye sırtlarında görünüşe çıkmıştı.
Kutsallığı dengeleyecek ya da tersine çevirecek olası güçleri düşündüm Dersim’de. Şimdilik böyle bir güç söz konusu değil. Peki Düzgün Baba gibi kutsiyetlerin kitleleri peşinden sürükleme özelliği nereden geliyor? Ben Dersim’i, komünal toplumun mirasçısı olarak değerlendiriyorum. Bu yüzden Dersimlinin kaderi, esasen klan, kandaş toplumlarındaki eşitlikçi uygulamaları aramaya mahkumdur. Efsaneyi anlatanlara göre Düzgün Baba da göçebe, çoban toplumlarında yaşamış biridir. “Düzgün” sözcüğü de komünal toplumun özgürlükçü niteliğine gönderme yapıyor.
Bu açıdan bakınca geleneksel Dersim’i, modern Dersim’e karşı savunmamız gerek. Geleneksel Dersim’i savunmak aynı zamanda Seyit Rıza’yı savunmak anlamına gelir ki, gezi programına Seyit Rıza’nın ilave edilmesi son derece önemli olmuş. Direnişin, cesaretin ve başeğmezliğin soyut simgesi olan Seyit Rıza, kuşkusuz ki yaşayan Seyit Rıza’dan çok daha somut ve anlamlıdır. Konuştuğum Dersimlilerden birisinin, Düzgün Baba’dan Seyit Rıza’ya, oradan İbrahim Kaypakkaya’ya ve “komünist başkan”a doğru bir çizgiye dikkat çekmesi, birçok kişi ve çevre için dikkat çekici olabilir.
Dersim’de Yaratılan Kültür
Bir önceki yazımda duyduğum, gördüğüm ve gözlemlediğim Dersim ile Muzaffer Oruçoğlu’nun eserlerindeki Dersim arasında bağlar kurmuştum. İki üç arkadaşın/tanıdığın, konuya lüzumsuz yere itiraz ederek, Oruçoğlu’na yönelik saygısızca diyebileceğim ithamlarda bulunduklarını gördüm. Üstelik bu tür kişiler, ithamlarını sayfamın yorum kısmına “açıkça” yazmak yerine özel olarak yazıp söylüyorlar. Bunu benimle konuşan iyi niyetli arkadaşlar değil ama hadisenin kendisi düşman kaynaklıdır. Bunun böyle olduğunu Oruçoğlu ve Kaypakkaya’nın izleyicileri, bir çok kez bir çok platformda belirtmişlerdir.
Benim açımdan Kaypakkaya ve Oruçoğlu’nun Dersim özelinde yarattığı kültür dikkate alınmadan Dersim analizi, kesinlikle eksik kalacaktır. Anladığım kadarıyla Türk hakim sınıfları son on yollardır Kaypakkaya ve ardıllarının yarattığı etik, politik ve estetik değerleri eritmek için büyük bir gayret göstermektedir. Elbette ki Kürt özgürlük hareketinin, benzer bir hatta ödediği bedelleri ve inşa ettiği kültürün gücünü de mutlaka, olası Dersim tahlillerine dahil etmek zorundadır.
Dersim, Osmanlı ve Ulus Devlet
Dersim, Osmanlı devletinde olduğu gibi modern ulus devlet sürecinde de “çibanbaşı” olmayı sürdürmüştür. Çibanbaşı derken de direnişçi geleneği, eşitlikçi, demokratik özellikleri kastediyorum. Osmanlı, Dersim’i kısmen özerk bırakarak kendi bünyesinde tutabilmiştir. Modern devlet ise onu şiddet ve silah yoluyla kendine bağlama planı yaptı. Ancak kısmen “zafer” kazandığı söylenebilir.
Modern dönemde ilk saldırı, 2. Sanayi devrimi de denilen elektronik ve uçak teknolojisinin egemen olduğu döneme denk gelir (1937). Dersim, bu saldırının sonuçlarını, atlatmaya çalışmış ve yaralarını 30 yıl içinde ancak sarabilmiştir. 1970’li yıllarla birlikte devrimin ilk kıvılcımı öncelikle Dersim’de yeniden çakılmıştır. Dersim’i 2000 öncesi ve sonrası olarak değerlendirmek istersek 4 dinamiğe, çıkmaza ya da tuzağa dikkat çekmek durumundayız. Bunlar arasında diyalektik bir ilişki olduğunu söylemeye bile lüzum yoktur.
Dersim’in bu tuzakları: Modernleşme, savaş teknolojisi, dışarıya göç ve halk içi çatışmalardır. Demek ki eskiden halkımızın türkülerinde de olduğu gibi “Dersim dört dağ içinde” denirken şimdi “Dersim dört tuzak içinde” diyebiliriz. Etik, estetik, ideolojik, özellikle politik çalışma ve sınıf mücadelesi yürütmek için bu tuzak ve dinamiklerin dikkate alınması zorunludur.
Dersim, Kapitalizm ve Boş Bira Şişeleri
Kapitalizmin gelişmesi ve modernleşmenin belirtilerini kent merkezinde izlemek hiç de zor değildir. Binalar, yapılar, dükkanlar, esnaflar, yollar, resmi kurumlar, cadde ve sokaklar büyük oranda kapitalizm tarafından belirleniyor denilebilir. Kapitalizm gerçeği, ona oranla daha “sempatik” olan modernleşme olgusuyla maskeleniyor Dersim’de. Toplumdaki içki içme (alkol almak, sigara içmek) alışkanlığını, yollarda gördüğümüz boş bira şişelerinden anlamak mümkün oluyor. Bir Dersimli arkadaşın bu konuda söyledikleri de üzerinde durmayı gerektiriyordu. Konuşurken sohbet Munzur Festivali’ne dek genişlemişti. Ona göre bu festivallerin içini boşaltmak, festivali şarkılı/türkülü konserlere indirgemek kabul edilemez.
Yine aynı kişinin söylediğine bakılırsa Dersim toplumu, Festival alanında da görüldüğü gibi içkiye düşkünlük, açık giyinmek, kişisel “özgürlük” eğilimi göstermek açısından bir yabancılaşma ve lümpenleşme eğilimi içindedir. Bu durum ile devrimci güçlerin yenilmişliği, durağanlığı ve dağınıklığı arasında büyük bir ilişki olduğu da söylenebilir. Konuşmada devrimci, demokratik çevreler arasındaki gerginlik ve gerilime de değinilmesi önemliydi. Fraksiyoner çatışmaların, halk içindeki çelişkiler ilkesinden hareketle çözülmesi kaçınılmaz bir realitedir.
Modern Lüx Tutkusu
Geçen haftaki Dersim analizime ilişkin Binnaz adlı bir sosyal medya kullanıcısı şunları yazmış:
“Bir Dersimli olarak ne yazık ki üzülerek size katılıyorum. Özünden gelenek ve göreneklerinden uzaklaşmış ve bunu da (modernlik, aydın, yeniliğe açık) imajı altında yapan ama bunları yaparken kutsal değerlerimizi, geçmişimizi, Dersim’i Dersim yapan, 38’deki acıları yaşanmışlıkları unutan bir “DERSİM”görüyorum. 38’de Dersim kayalıklarında kendini korumak adına nice genç kızımız kadınlarımız suya atlayıp intihar ederken şimdilerde ise orda (kutudere beach) genç kızlarımız bikinileriyle suya girip güneşleniyor. Ayrıca kapitalizmin dayatmasına teslim olmuş modern lüks tutkusu adına bağlar bahçeler, tarlalar talan edilmiş, nefes alınmayacak kadar içiçe yapılmış beton binalar. Dersim’in ruhu bu olamaz ve olmamalı….!”
Dersim’den Göç Başladı
Dersim’e giderseniz Munzur adlı mekanlara pekçok kez rastlarsınız. Biz de kahvaltımızı kent merkezinde böyle bir yerde, Munzur Restaurant’ta yaptık. Önceki kahvaltı ile birlikte söylersek lezzetli bir tulum peyniri yedik. Diğer besinlerin özel bir önemi yoktu diyebilirim. Esnaf da modernleşmeye olumlu yanıt veren bir özellikteydi. Raftan aldığınız ürüne, kasaya geldiğinizde üç beş kuruş fazla ödeyebilirsiniz. Bu “modern uygulama” belki son süreçteki zamlarla ilgili olabilir. Yine de Dersim tipik bir Anadolu kenti olma özelliğini yitirmiş değil. Karşı yamaçlara yapılmış ve yapılmakta olan çok katlı binalara bakılırsa (bunlar gruptaki dostların ağızlarını sulandırmıştır) yakın bir gelecekte mevcut otantik yapı da yapıbozuma uğrayacaktır.
Modernleşmeye rağmen Dersim’in dışarıya göç vermeye devam etmesi çok düşündürücüdür. Politik ve felsefi analizleri gerektirmektedir. Devrimci bir kurumda yöneticilik yapan bir arkadaş, kuruma üye kabul etmediklerini söyleyince nedenini sordum. Özellikle genç kuşak Dersimliler derneğe üye olmayı bilhassa Avrupa ülkelerine gitmenin, iltica talebinde bulunmanın basamağı ve payandası olarak görüyormuş. Böylesi bir örnek, devrimci Dersim zihniyetinin ne denli bir kültürel yozlaşmaya evrildiğini göstermektedir.
“Komünist Belediyecilik” Efsanesi
“Komünist Başkan” ve “komünist belediyecilik” bahsine de kısaca değineyim. Dersim’deki kültürel, politik ve sosyal durum kentte komünist belediyeciliğin uygulanması için yeterli görünmüyor. Yani maddi koşullar uygun değil. Alman filozof Leibniz’in bir sözü var: Bir olay ve olgunun var olabilmesi için yeterli şartın oluşması gerekir. Felsefe tarihinde buna “Yeter neden ilkesi” deniliyor. “Belediyenin koruması yok, sekreteri yok, randevusu yok, makamı yok” türünden söylemler ise gerçeği yansıtmaktan uzaktır. Kaldı ki bu söylemler özellikle milliyetçi, faşist Türk medyasının söylemidir. Kurum yöneticilerinin böyle bir iddia da bulunduğunu sanmıyorum. Çünkü en küçük bir komünist uygulama, arkasında belli bir halk desteğini, maddi güçleri ve teoriyi gerektirir.
“Komünist belediyecilik”, kendisine temel teşkil edecek objektif koşullara ihtiyaç duyar. Sübjektivite de bunu izler. Her iki dinamik de an itibariyle Dersim’de zayıftır. Dersim’in bu yönden yeterince birikim yapıp olgunlaştığını ileri sürmek yanlış olur. Bu yüzden bir kişiyi ve çevreyi eleştiri ve sorgulama konusu yapmak da lüzumsuz görünmektedir.
Anlaşıldığı kadarıyla “komünist başkan” ve “komünist belediyecilik” gibi sözler, burjuva medyanın, biraz da komünizm ideolojisini sulandırıp değersizleştirmek için şişirdiği balondur. Başkan ile görüşmeyi beklerken yoldan geçen birinin bize, “su 10 tl, çay 7 tl, simit 10 tl oldu, başkanınız işte bu” dediği de çok düşündürücü olmuştur. Elbette bunlar, rekabet nedeniyle belediyeyi küçük göstermek için de yapılıyor olabilir. Yine de yapılan hizmetlerin sermaye partileri tarafından yapılan belediye hizmetlerine oranla daha iyi olduğunu varsayabiliriz.
“Komünist belediyecilik” önemli bir iddiadır. Bu bir başlangıç olabilir. Bunun alt yapısını oluşturmak için devrimci, demokratik ve ilerici tüm güçlerin birlikte önderlik edeceği çalışmalar yapmak elzemdir. Yerel seçimlere de bu noktadan hareketle yönelmek gerekiyor. Seçimler önemlidir, ama abartmamak kaydıyla.
Modernleşme Başladı Mertlik Bozuldu!
“Silah icat oldu mertlik bozuldu” diyen Köroğlu, modern ve kapitalist yeni dünyaya karşı köklü bir eleştiri yaptığını belki de bilmiyordu. Modernleşme doğdu Dersim bozuldu da denilebilir. Çünkü Batı’da gelişmesini tamamlayan kapitalizmin Türkiye gibi ülkeler ve Dersim gibi yerellerde genişlediğini tespit etmek hiç de zor değildir. Dolayısıyla Dersim’de modernizm sorunsalı, emperyalizmin sömürgeleştirme politikasından ayrı olarak ele alınamaz.
Modernleşme aynı zamanda modern savaş sanayisi demektir. Dersim, yukarıda da belirttiğim gibi 1938’de, esasen emperyalistlerden sağlanan modern silahlarla katliama uğradı ve geri çekildi. Modern Türk ulus devleti, ancak Dersim’in yenilmesi ve geri çekilmesiyle kurulabilmiştir. Ulus devletin miladı 1920 veya 1923 değil 1938’dir.
Dersim ve Birleşik Devrim Mücadelesi
Kürt mücadelesinin modern devlette açtığı gedikler nedeniyle devlet, yeniden son yolların en büyük varolma yok olma girdabına girmiştir. 2015’den beri yeni bir “silah” devreye girmiş durumdadır. Endüstri 4.0 devrimi dedikleri koşullarda dijital teknoloji ve yapay zeka uygulaması egemen hale gelmektedir. Yeni savaş taktik ve stratejileri, insansız, silahlı savaş araçlarıyla yapılmaktadır. Bu yeni silahlar (uçak ve kimyasallar) nasıl ki 1937’de Dersim’de denenmeye ve kullanılmaya başladıysa 2015’ten itibaren de Dersim’de dijital teknolojinin kumanda ettiği silahlar kullanılmaya başlanmıştır.
Birleşik devrim cephesi, ancak modernleşme (kapitalizm) başta olmak üzere yeni savaş sanayisini, göçleri ve halk içi diyalogları diyalektik titizlikle ele almak suretiyle doğru bir politik ve ideolojik hat belirleyebilir. Kapitalist, modern saldırıları bertaraf ederek özgür bir geleceğe doğru yönelebilir.