Aktüel Yorum

CHP’de “değişim” olabilir mi?

Erdoğan sisteminde muhalefet değirmen taşlarının arasında öğütülüyor, una döndürülüyor. Şu hale bakın, CHP’de ayakta dik durabilen herhangi bir meşhur şahıs kaldı mı? Bir birine rakip olanlar ringten kaşı patlamış, gözü morarmış, burnu kırılmış olarak iniyor.

Hepsi “değişim” diye tutturmuş. En komiği İmamoğlu’nun “manifesto”su. Parti üyelerine “değişimi ben yapacağım, ama bu değişimin ne olduğunu bilmiyorum, siz bana değişim ahacık şudur deyiverin, değiştireyim” demesin mi? Siyasi hayatımda şahit olduğum en cıvık popülizm İmamoğlu’nunki.

CHP tarihinin gerçeğe en yakın değişimini yapan adam Bülent Ecevit’tir. İsmet Paşa’yı devirmek devrim gibi bir şeydi. Atatürk “ebedi şef”ti, İsmet Paşa “milli şef.” Ama Bülent Ecevit bu tarihi çınarı devirmekle yetinmedi. CHP’nin ruhuna işlemiş olan “darbeciliğe” baş kaldırdı, 12 Martçılara savaş açtı. O 12 Martçıların Başbaşkanı İnönü’nün sağ kolu Nihat Erim’di. Bu “değişim” sürecinde Ecevit yalnızca kürsülerden “değişim” nutukları atmadı. Kitaplar da yazdı. Ve sonuçta partisinin “delege” çoğunluğunun değil, parti dışında ne kadar muhalif varsa tümünün desteğini aldı, bu rüzgarla partisini “değiştirdi.”

Tarih gösterdi ki, bu kadar kapsamlı bir “değişim” hareketi bile CHP’yi değiştirmedi.

Şu sıralar CHP Genel Başkanı “sağa kaymakla” eleştiriliyor ya…Takmayın kafanıza. CHP kurulduğu günden beri sağdaydı. Ecevit’e gelene kadar olsa olsa “sağın az ötesinde”, yani sağın solundaydı. CHP’nin en ünlü Genel Sekreteri Kasım Gülek, CHP’nin 1950 hezimetinin hemen ardından, 1950’den 1959 yılına kadar Genel Sekreter koltuğunda oturdu. CHP’nin sağ kanadının temsilcisiydi. Siz bakmayın CHP’nin “anti emperyalistliğine”. Gülek 1947’de Bakan oldu ve 1948’de Kore’ye gitti, Birleşmiş Milletler Kore Komisyonu’nun Başkanlığına seçildi. 1968 yılında, yani TiP’in “NATO’ya hayır” kampanyası açtığı, Denizlerin ABD askerini denize döktüğü zamanda NATO Parlamenterler Asamblesi Başkanlığı yapıyordu. Öldüğünde cenaze namazını Fethullah Gülen kıldırmıştı.

Ecevit’den söz ettik ya… Onun “solculuğu” da TİP’in sosyalistliğinin “yan ürünüydü.” CHP işçi sınıfının hızla TİP etrafında toplanmasını frenlemek amacıyla Ecevit’in öncülüğünde “sağın solu” konumundan “Ortanın soluna” yöneldi. Malum ortada o sıralar Demirel’in partisi, onun da sağında Türkeş’in partisi vardı. Üçü birbirine devletin ipinde tesbih tanesi gibiydiler.

Hiçbir ciddi sonuç doğurmayan bu “değişim” ataklarına bir bakın, bir de Kılıçdaroğlu’nun, İmamoğlu’nun, tüm CHP elitlerinin (bu arada İlhan Cihaner de Genel Başkan adaylığı sırasına girdi) değişim muhabbetine bakın, sakilliği kolayca anlarsınız.

CHP umutsuz vak’adır. Değişmez. Bu partideki asıl değişim devletle, özellikle ordu ve yargıyla olan ilişkisinde oldu. İsmet Paşa’nın liderliğindeki CHP orduya ve yargıya hakimdi. Komutanlar ve yargıçlar Paşa’nın ağzına bakıyorlardı. Sonra işler değişti, 12 Mart 1971 muhtırası ve özellikle 12 Eylül darbesiyle birlikte devlet aygıtı CHP vesayetinden çıktı ve…

CHP’yi vesayeti altına aldı. Şu aralar Kılıçdaroğlu’nun başına gelenler işte bu vesayetin CHP içindeki uzantıları tarafından çevrilen dolapların sonucudur. Halk TV’ye, Sözcü TV’ye, Cumhuriyet gazetesine bakın, uzantıları anında teşhis edersiniz.

CHP devlet vesayetinden nasıl kurtulur?

Devletle “arasına mesafe koyarak” kurtulur kurtulmasına da ama mesafe koyamaz. Koymaya kalksa devlet buna izin vermez. Çünkü şu sıra CHP’nin varlığı faşist rejimin meşruiyet kaynağıdır. Yaptığı muhalefet değil, kayıkçı dövüşüdür.

Basit bir “mesafelenme” reçetesi vereyim:

2014 “çöktürme planına” ve Temmuz 2016 “çakma darbe”ye mesafelenmeden “değişim”in mümkünatı yoktur. Bu ikisine mesafelenmek de PKK’ye ve Cemaat’e devlet ve Erdoğan ağzıyla “terörist” demekten vazgeçmekle başlar, Kürt sorununda çözümsüzlüğe ve çakma darbenin bütün sonuçlarına karşı çıkmakla hedefine ulaşır. Çünkü bu iki tarih “süreç içinde faşizmin” ülkeye egemen olduğu takvim yapraklarıdır.

Bir de muassır medeniyet filan diyorlar ya, işte o medeniyetin hukuk ve yargı kurallarına uyarak, Selahattin Demirtaş’ın, Figen Yüksekdağ’ın, Kavala’nın ve kesinlikle Öcalan’ın, tüm politik tutsakların, aynı zamanda darbe kumpasıyla hapse atılan tüm Batı yanlısı general ve subayların, polis, savcı ve yargıçların, tüm gazetecilerin özgürlüğünü de savunman gerekir.

“Partimiz minimize olur” mu diyorsunuz, varsın olsun. Devlet denilen ejderhayı bir kere sırtınızdan atıp hafifleyin ki, iktidara doğru  koşabilesiniz.

Evet, CHP umutsuz vak’adır.

Parti binasından sandığa, sandıktan kurultaya gidip gelmekle ömür tüketecektir.

Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Reklamı engelleyerek iyi yapmışın, yazıya odaklanmakta fayda var.