
Aralık Anmaları Devam Ediyor
Aralık Anmaları’nı gerçekleştirmek üzere 70-80 kişiyle birlikte bir araya geldik (22. 12. 2024). Anmaların ve konuşmaların merkezinde 1978’de gerçekleşen Maraş katliamı vardı. Aralık ayının önemi, saldırı ve katliamların boyutları elbette bundan fazladır. Zira Roboski, Erdal Eren, hapishanelerdeki komünistlere dönük saldırılar vs. Maraş katliamını bunlarla birlikte ele almak yanlış olmaz. Çünkü ezilenlere yapılan saldırılar ile emekçilere yapılan saldırıların özü aynıdır. Bunlardaki farklılık biçimseldir. Özsel nedeni ise sınıf olgusunda aramak gerekiyor.
Anmaların adresi Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Güngören Şube idi. Panel formatında yapılan anma, dernek başkanı Kenan Yerlitaş’ın açış konuşması ile başladı. Önceki dönem milletvekili ve gazeteci Çilem Küçükkeleş ile birlikte konuşmacı olduğumuz panelin moderatörlüğünü ise Mazlum Köse yaptı. Küçükkeleş Maraş katliamı başta olmak üzere bütün saldırılarda kadınlara dönük bir şiddet ve zulüm uygulandığını ön plana çıkardı. Devamında Kızılbaşlara ve Kürtlere dönük saldırı, şiddet ve kıyımları özetledi. Kadınların görünürlüğüne dikkat çeken konuşmasında sosyal politik analizler yaptı. Ben bu yazıda, merak edenler için esasen kendi konuşmamdan bir kaç temayı paylaşmak istiyorum.

Bana göre başta Maraş katliamı olmak üzere andığımız olaylara ve olgulara diyalektik açıdan bakmadıkça bunların doğasına ilişkin bir bilinçlenme ve farkındalık yaratmak mümkün değildir. Sorunlara sosyolojik, tarihsel, politik, felsefi, asayiş vs. açıdan bakılsa da, ancak bunların sentezinden bakan göz her zaman, gerçeğin en kritik yönlerini tespit edebilir. Kuşkusuz ki Türk egemen sınıfları, Maraş katliamını bir asayiş sorunu olarak görüp konuyu kriminalize etmektedir. Oysa olay, iktisadi, sosyal ve tarihsel nedenleri olan bir katliamdır.
İki dinamik, uzak ve yakın tarihimizi doğru anlamak için çok önemli. Maraş katliamını, doğasına uygun tarzda okumak için kendi konuşmamda bu dinamikleri anlamanın şart olduğunu söyledim. Sınıf olgusunu paranteze alarak bu iki dinamiğin Kürt ve Kızılbaş dinamiği olduğunu söyleyebiliriz. Yüz yıldır katliamlar da bunlara dönük olarak gerçekleşiyor. Kadın dinamiğini de bunlara eklemek yanlış olmaz. Mücadele alanında, direnişteki, entelektüel platformlarda, öncelikle Kürtler ve Kızılbaşlar görünüyor. Maraş katliamında inkar ve imhaya maruz kalanlar da ekseriyetle bunlar olmuştur.
Geniş açıyla baktığımızda Maraş katliamının yalnızca Alevilere yönelik olmadığını, onlarla ittifak içindeki Kürt ve komünistlere yönelik de olduğunu biliyoruz. Sınıf mücadelesinin zorunlu sonucu olarak olaylar bu şekilde cereyan ediyor. Kaldı ki bana göre tüm sosyal, kültürel, milli veya etnik çatışmanın kaynağında sınıf çatışması yer almaktadır.
Konuşmam sırasında dil felsefesi bakımından da konuya açıklama getirmeye çalıştım. Soru şuydu: Aralık katliamları dil felsefesi açısından bize ne söyletir? Kanaatimce büyük saldırı, inkar ve imha operasyonlarına ve kıyımlara olaylar, hadiseler denilmesi yanlıştır. Maraş için sağ – sol çatışması denilmesi de, Alevi – Sünni çatışması denilmesi de doğru değildir. Yüz yıldır, bin yıldır sürüyor bu saldırılar. Önceden sağ sol mu vardı? Kürtlere “kaçakçı” denilmesi, kömünistlere “suçlu” denilmesi doğru değil. “Hayata dönüş operasyonu” gibi katliamları gizleyen dil kullanımlarına ve söylemlere karşı da felsefi mücadele yürütmeliyiz.

Sunumumda önemli noktalardan birisi de, katliamların “direniş” geleceğiyle ilişkisini kurmam oldu. Umarım gerekli farkındalık yaratılmış, mesajlar alınmıştır. Yani Maraş kıyımı bize yalnızca acı, korku ve kaygıyı hatırlatmaz. Bu şekilde bir hafıza sorunludur. Katliamlar, direnişlerle birlikte anılmalıdır. Misal, öldük, bittik yaklaşımı doğru değildir. Dramatizasyondan farklı olarak bir direniş, karşı duruş, onur mücadelesi de söz konusudur Maraş’ta. Kazanılan hak ve özgürlükleri unutmak yanlıştır. Mücadele edenlere, direniş gösterenlere haksızlık olur. Onların direnişi, ödedikleri bedeller asla boşa gitmemiştir. Yeni uşaklarla, kullanılan hak ve özgürlüklerle sürmektedir.
Maraş katliamı, bize yalnızca can kayıplarını söyletmez, halkın yanında devrimci örgüt ve parti militanlarının mücadelesini, canla başla karşı koyuşunu da anlatır. Dolayısıyla Maraş katliamını ölüm, acı ve kayıplar üzerinden okuyarak dramatize etmek eksik ve hatalı bir okumadır. Direniş boyutunun da öne çıkartılması gerekir. Bu direnişte, Kızılbaşlar yalnız da değildir. Kürt, Türk, Ermeni, Müslüman, kadın erkek olmak üzere tüm yoksul Maraş halkı omuz omuza olmuştur.
Konuşmam sırasında kadın üzerinden yaratılan dramatizasyonlara da itirazım oldu. Yani Maraş katliamı, kadınlar bakımından da doğru okunması gerekir. Bir klişe dolaşıyor yıllardır. Bir kadın güya kocasına “beni katillere bırakma, sen öldür” demiş. İnsan doğasına uygun bir durum gibi görünmüyor bu. Hiç bir canlı, özellikle de insan ölmek istemez. Çok özel koşulları olabilir ancak. Siyasal intiharlar, ötenazi, felsefi yaklaşımların söz konusu olması mümkündür. Bir kadın direnmek varken niçin ölmek istesin? Üstelik direniş ruhu her organik ve inorganik varlığın doğasında vardır. Bir de eşlerden birinin diğerini öldürmesi isteniyor ki, bu da inandırıcılıktan yoksundur. Dolayısıyla böylesi bir söylem Maraş halkını, kadınları ve Kızılbaş kadınlarını aciz göstermek anlamına da gelir. İlla da böyle bir olayın kesinlikle yaşandığı söyleniyorsa, bu ancak münferit / istisna bir örnek olabilir.
Ulus devlet felsefesinden hareketle modernizmin ve cumhuriyetin Marifetleri de konu edildi anmada. Modern ulus devletler çoğulculuğa, farklı seslere, kültürlere düşmandır. Bunlar tekidir. Çoğu zamansa ırkçı ve faşisttir. Ulus devletler gibi 1920’lerden itibaren ülkemizde etkili olan cumhuriyet de Türk ve Müslümanlar dışındaki teknik ve dinsel yapıları ötekileştirmiştir. Maraş katliamı, öncekiler ve sonrakiler “ötekilere” karşı yapılan ulus devlet destekli kıyımlardır. Toplantı da, bu koyunların soykırım olduğuna da işaret edildi. Maraş katliamı dedikten sonra öncesi ve sonrası diyoruz. Çünkü Maraş katliamı ne ilk ne de son katliamdı. Öncesinde Koçgiri, Dersim, sonrasında Malatya, Sivas, Çorum, Gazi vs. var.
Modern bilimler içinden baktığımızda Maraş katliamının bize ne söylettiğine de yanıt vermeye çalıştık anmada. Fransız filozof M. Foucault’nun açıklaması imdata yetişti. Ona göre burjuva toplumu insanların normal ve anormal olmak üzere ikiye ayrıldığına inanır. Foucault’ya göre 1656’da Paris’te kurulan General hospital’da modern bilimlerin anormal olarak değerlendirdi kesimler burayakuruldu toplandı. Hırsız, deli, işsiz, suçlu, engelli ve eşcinseller oldukları düşünülen “ötekiler” buraya dolduruldu. Katliamlarla bağlantısını kuracak olursak işte bu modern toplum (devlet), “ötekileştirdiği” topluluklara katliam uygulama ve uygulama da bir sakınca görmüyor.
Konuşmayı bitirirken burjuva hukuk felsefesinin de “ötekileştirme”de işlevsel olduğuna vurgu yapıldı. Alman burjuva hukukçusu – faşist- Karl Schmitt’in açıklamasını anmakla yetindim. Ona göre hukuk ikiye ayrılıyor. Birisi” normal vatandaş hukuku”, diğeri de “düşmanla savaş hukuku”. İşte Maraş başta olmak üzere Aralık Anmalarına vesile olan tüm kıyım ve katliamlarda “düşman hukuku”nun uygulandığı anlaşılmaktadır.