Aktüel Yorum

YAZMAK EYLEMİNİN YAZARLARI[*]

TEMEL DEMİRER

“Biz yazarlar doktor değiliz,

 hastaların çektiği acıyız.”[1]

Yazmak yaşamaktır; yaşama dokunmayan yazın, bir tomar kâğıt israfıdır.[2]

Durup dururken yazamaz insan. Yazmak için bir derdinin, tarafının olması gerek. Başka türlüsü olmuyor, olamaz da.

“Yazmak” dedim: Yazarın görevi sorunu çözmek değil, soruna taraf olarak ifade etmektir. Tam da bunun için yazar, başkalarından daha çok zorlukları göğüslemek zorunda olandır.

Yazabilmek için okumak, ama esas olarak yaşamayı bilmek gerek. Çünkü düşünmek, yazmanın ilk adımıdır; düşünmenin en iyi yolu da yaşama dokunarak yazmaktır.

Carlos Fuentes’in, “Başlangıçta yaşamak için, sonra da ölmemek için yazarsın,” vurgusundaki üzere insan her şeyden önce yaşam için yazmalıdır.

Kolay mı?

Necip Mahfuz’un, “Yaşamak ile yazmak arasında bir ayrım yapamıyorum,” vurgusundaki üzere yazan kalemin düşü sizi her yere götürürken; yazmak için yaşamalı, yaşamak için yazmamalı.

Bir şey söylemek istediğin için yazmazsın, söyleyecek bir şeyin olduğu için yazarsın. Tam da bunun için yazmak, kalbin nefes alıp verişini kâğıda dökmek ve özgürlüğü haykırarak, amacın yazıya geçirildiğinde güç kazanacağını unutmamaktır.

Yazmak, inandığınız şeyi keşfedip, gerçekleri yazma eylemiyken; “Tarihçi kaydeder, ama romancı yaratır,” der Edward Morgan Forster.

“Yazmak” eylemdir; bir tutkudur, ifade biçimidir, sessizliği kanatıp/ başkaldıran özgürlüktür, duruştur, var oluş meselesidir; Sait Faik’i delirmekten kurtaran imdat çekicidir[3] ve bir “suç”tur aslında.

George Henry Lewes, “Dünya, ‘Nasıl yazdığınıza’ değil, ‘Ne yazdığınıza’ bakar,” derken ekler Sait Faik Abasıyanık: “Yazı yazmak için bana çiçek, kuş hürriyeti değil, içimdeki aşkın, deliliğin, oturmaz düşüncenin hürriyeti lazım.”

  • Özetle “Yazmak, dağınık düşünce dizilerini bir araya getirerek ve zihne yüklenen tüm verileri nihai bir genellemeye tabi tutarak yapılan uzun bir zihinsel sürecin doruk noktası”yken;[4] “Edebiyatın durumu bambaşkadır, o hayatı tasarlar.”[5]

İtiraz eden, karşı çıkan, tarif eden yazar eleştiri ve aydınlanmanın özünü oluşturur; “Edebiyat, içimizdeki donmuş denize inen balta olmalıdır,” Franz Kafka’nın ifadesiyle.

“Hayır” yazmak emretmek değildir; sözünü ettiğim bu değil; “Edebiyat eserlerine, öz saygımızı destekledikleri için değil, tam da bizi -çoğu zaman affedicilikten uzak bir biçimde- kendi kusur ve kör noktalarımızla yüzleşmeye zorladıkları için kıymet verebiliriz.”[6] Tıpkı “Kelime dağarcığımız çok fakir olduğu için hayatta başımıza gelen pek çok şey isimsiz kalır,” ifadesindeki üzere John Berger’in, veya “İyi bir roman okurken cümleler ve kelimeler görünmez olur,”[7] sözü üzere Murat Gülsoy’un…

* * * * *

Yazmak eyleminin önemli faillerinden Yaşar Kemal, “Bir ülkede yoksulluk varsa onu yazmayan yazar, yazar değil, insan bile olamaz. Yoksulluk, insanlığın en aşağılanmış yeridir. En utanç verici yanıdır. İnsanlar yoksul olmamalı,” vurgusuyla hepimize hatırlatır:

“Bugün bu ülkede yaratıcılığımız eksilmişse, vicdanımız vurdumduymaz olmuşsa, şiddet hayatımızın her alanında üstümüze çökmüşse, hiçbir kuruma güvenimiz kalmamışsa, bunlar bir kuşak ömrü süregelen bir kirli savaşın insanlığımızda açtığı yaralardır.”

“Ben, insanların iyiliğine, hakseverliğine, onuruna, çağımızın getirdiği güzel düşüncenin kötülükleri yeneceğine, çağımızın yenilmez halk gücüne inanırım.”[8]

“Ağacın yaprağı ne kadar çoksa rüzgârı da o kadar çok olur.”

“Zulme sessiz kalan, bir gün zulme uğrar; haksızlığa karşı durmak insanın onurudur

“Açıldı geliyor şafağın ucu, doğdu doğacak güne merhaba.”

Yaşar Kemal yazarlığa dair önemli ipuçları verirken; “Ben hiçbir ülkeden, hiçbir şehirden, hiçbir kabileden değilim. Ben yolun oğluyum,” diyen Amin Maalouf da şunları ekler: “Yaraların hissedilmesi için tanımlanmaya ihtiyaçları yoktur.” “Sevmeyi bilmiyorsan şayet, neye yarar güneşin doğması ve batması…”

* * * * *

Yazmak Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın satırlarında mavinin enginliğidir; “Cumhuriyet birdir ve bölünemez. Özgürlük, eşitlik, kardeşlik ya da ölüm,” satırlarıyla müsemma Charles Dickens’ın, “Çıkışı insan kendisi bulur, çıkış noktası kendisi gelmez.” “Çok küçük bir anahtar çok ağır bir kapı açacaktır,” diye tarif ettiğidir.

Ya da Erdal Öz’ün ‘Deniz Gezmiş Anlatıyor’ (1976), ‘Gülünün Solduğu Akşam’ (1986)’dır.

Veya Albert Camus’nün, “Kafka’nın dünyası, insanın, gerçekte eline hiçbir şey geçmeyeceğini bilerek, banyo küvetinde balık avlamak gibi acı verici bir lükse kendini kaptırdığı, tanımlanamaz bir evrendir,” diye tarif ettiği, Franz Kafka’nın, “Zerre kadar anlamadıkları şeyler hakkında konuşuyorlar. Sırf aptallıkları sayesinde kendilerinden bu kadar emin olabiliyorlar”…

“Hiç kimse gerçekten sevildiğine, sevileceğine inanmıyor. Sahteliğin tüm zamanların rekorunu kırdığı bir devir”…

“Kendi sofrasından düşen kırıntıları yiyor; bir süre için öbürlerinden daha tok hissediyor kendini, ama sofrada nasıl yenilir bunu unutuyor; ancak artık geride yenecek kırıntı da kalmıyor,”[9] satırlarıyla resmettiği vahşettir.

Sormadan geçmeyelim: Dünyada ve ülkemizde yaşadığımız gerçekler karşısında, Franz Kafka hayatta olsaydı, kim bilir daha kaç ‘Dava’, kaç ‘Dönüşüm’, kaç ‘Amerika’ yazardı? O ünlü karamsar günlüklerine, “Acılar dışında, hiçbir şeye gücüm yok” yerine; “Artık acılara bile gücüm yok” der miydi? “Babaya Mektup” kitabına, “Başka Despotlara Mektup” serisini ekler miydi?

Kafka kendini, günden güne anlamını yitiren bir dünyanın tutsağı olarak görüyordu. Yazmak, sürekli yazmak; öykü, roman yazmak, günlük yazmak, mektup yazmak onu çıldırmaktan alıkoyan tek şeydi. Çıldırmamak için yazdı, yayınlamak için değil. Ölümünden sonra yazdığı her şeyin yakılmasını vasiyet etmişti. Yakın dostu Max Brod, bu isteği yerine getirmedi ve Kafka’yı dünya edebiyatına kazandırdı.

“Benim yalnızlığım insanlarla doludur” diyen, “yalnızlıktan güç alan” Kafka’nın tüm eserlerinde yapayalnız kahramanlar, tutsak kahramanlar çatışma içindedir. Kendileriyle, çevreleriyle, gerçeklerle, düşlerle ve bin bir olasılıkla çatışırlar. Var oldukları için çatışırlar. Seçim yapmak söz konusu değildir. Çünkü Kafka’ya göre “Cevap sandığın şey, çoğu kez sorudur.” Öyleyse Kafka ya da kahramanlarının bir yol, bir yanıt önermelerini nasıl bekleyebiliriz? Dünyanın anlamsızlıkları, soruları, görecelikleri, değişimleri, olasılıkları arasında yaşamak, varlığını sürdürmek (ve Kafka için yazmak) bile bu karanlığın tek umudu değil de nedir?[10]

* * * * *

Yazmak konusunda, “Ölmeyi göze alabilmeniz için önce yaşamanız gerekir,” diyen John Steinbeck, altını çizmeden geçmez: “Konuşmak, salt alışkanlıktan doğuyorsa ne gereği vardı ki?”[11]

Konuşmanın bir alışkanlığa dönüşmeyip, yazmanın ölmeyi göze alabildiği bir cüret anlamını taşıması “olmazsa olmaz” olduğunun göz ardı edilmemesi gerekir; Kemal Tahir’in, “İnsanın başına bu memlekette her şey gelir, bunların en önünde akıl almaz alçaklık, sefil kişisel çıkar, korkunç aptallıklar vardır,” diye tarif ettiği koşullarda.

Bunun için Mahmut Makal’ın ısrarı[12] ile Leyla Erbil’in, “Bu düzen böyle gitmez; iyiler kötüleri her zaman yenmiştir, gene yenecektir; göreceksiniz,” satırlarındaki umut; Michel de Montaigne’in, “Aklımızın ardından gidelim. İnsanların takdiri de canı isterse arkamızdan gelsin,” kararlılığı ve “Bütün toptancı yargılar çürük ve tehlikelidir,”[13] hükmü vazgeçilemezdir!

Bu arada belirtmeden geçmeyelim: Yazın bilgeliği bizi bulmaz; başka birinin bizim yerimize çıkamayacağı bir yolculuğun ardından onu biz bulabiliriz…

Bu da gerçek bir keşif yolculuğudur, yeni topraklara ulaşan ve eski(mişi) yeni gözlerle gören; “Yeni manzaralar aramak yerine yeni gözler geliştirin,” ifadesindeki üzere Marcel Proust’un…

Ya da Octavio Paz’ın, “Ne dün var, ne de yarın. Gün yalnız bugün, her şey burda, burda işte şimdi önünüzde,”[14] sözündeki gibi…

Veya Cesare Pavese’nin, “Eğer acı çekiyorsak, suç her zaman bizdedir,”[15] uyarısını “es” geçmeden…

Sonra bir de Fernando Pessoa’nın, “Her şey ilgimi çeker, ama hiçbir şey beni avucunda tutamaz,” satırlarındaki duruştan vazgeçmeden![16]

* * * * *

İfadeye gayret ettiklerime anlamlı örneklerden birisi de “Satın alınamayan şeyleri severim ben. Deniz gibi, gökyüzü gibi, ay gibi, güneş gibi ve sevgi gibi,” diyerek ekleyen Sabahattin Ali’dir:

“İnsan dünyaya sadece yemek, içmek ve koynuna birini alıp yatmak için gelmiş olamazdı! Daha büyük ve insanca bir sebep lâzımdı.”

“Biz istiyoruz ki, bu memlekette yapılan her iş, üç beş kişinin çıkarına değil, bu toprakları dolduran milyonların yararına olsun.”

“Kendi menfaatlerini milletlerin menfaatinden üstün tutanlara, kendi hak edilmemiş ekmeklerini yiyebilmekte devam etmek için milletlerini kölelik zincirleri, cehalet karanlığı, korku uyuşukluğu içinde bırakmaya çabalayanlara lânet olsun.”

Ayrıca “Kitabına ciğerini koyanın kellesi koltuğunda gerek,”[17] vurgusuyla Sabahattin Eyuboğlu…

“Biliyorum bir gün karanlıkta kesecekler yolumuzu. Ya siz çocuklar, nasıl anlatmalı sizlere olup bitecekleri? Çocuklar, bizim dediğimiz yüzümüze utanç duymadan bakmaktır. Mal değil mülk değil istediğimiz size namuslu bir dünya bırakmaktır,” diyen Vedat Türkali…

“Anlattığı bir dünyalar”[18] ile Vüsat O. Bener…

“Suçum neymiş benim? Ezilen sömürülen yoksul halka bir kurtuluş önlemi önermek suç mu?” diyen Yusuf Atılgan…

“Bilinç, bir insanın başına gelebilecek en yüce, en erdemli beladır.” “Kendi mutluluğundan başka hedefi olmayan insan kötüdür.” “Kötüler, kendilerine tahammül edildikçe daha çok azarlar.” “Bu devirde duyguları olan birinin iyi olabilmesi mümkün mü?” soru ve saptamalarıyla Lev Tolstoy da değerli örneklerdir.

22 Aralık 2024 15:54:56, İstanbul.

N O T L AR

[*] Ümüş Eylül Kültür-Sanat Dergisi, No: 55, Nisan-Mayıs-Haziran 2025…

[1] Alexander Herzen.

[2] Bkz: i) Temel Demirer, “Yazmak-Nihai Kertede- Eylemdir”, Güney Dergisi, N0:62, Ekim-Kasım-Aralık 2012; ii) Temel Demirer, “Yazar(lık) ya da İki Kemal”, Güney Dergisi, No:99, Ocak-Şubat-Mart 2022;  iii) Temel Demirer, “Hayallerimizi Emziren Yazmak Eylemi”, Güney Dergisi, No:93, Temmuz Ağustos Eylül 2020;  iv) Temel Demirer, “Yazmak Eylemine Mündemiç Notlar”, Kaldıraç Dergisi, No:192, Temmuz 2017; v) Temel Demirer, “Bir Sanat Dalı Olarak Edebiyat”, Kaldıraç Dergisi, No: 236, Mart 2021; vi) Temel Demirer, “Yazar(lar)ın Eylemidir Yazmak”, Kaldıraç Dergisi, No: 258, Ocak 2023; vii) Temel Demirer, “Yazdığınız Yaşam ya da Safsatadır!”, Kaldıraç Dergisi, No:210, Ocak 2019;  viii) Temel Demirer, “Doğan Hızlan Vesilesiyle Eleştiri ve Yazmak Üstüne”, Kaldıraç Dergisi, No:228, Temmuz 2020; ix) Temel Demirer, “İyi Ki Yazdılar”, Kaldıraç Dergisi, No:265, Ağustos 2023; x) Temel Demirer, “Firari Yaşam(ın)ın Yazmak Eylemi”, Birgün Gazetesi, 4 Mayıs 2017; xi) Temel Demirer, “Sorumluluğuyla Yazmak ve ‘Ödül(lendirilmek)’ Meselesi”, Kaldıraç Dergisi, No:220, Kasım 2019; xii) Temel Demirer, “Yazmayı Yazmak Yapan”, Patika Dergisi, No:89, Nisan-Mayıs-Haziran 2015; xiii) Temel Demirer, “Satırlarda Akan Yaşamın Bilgeliği”, Ümüş Eylül Dergisi, Yıl:6, No: 23, Mayıs-Haziran 2017; https://temeldemirer.blogspot.com/2017/05/satirlarda-akan-yasamin-bilgeligi.html ; xiv) Temel Demirer, “Post-Modern Söylencelere İnat, Yazmak”, Rojnameya Newroz, Aralık 2022… https://temeldemirer.blogspot.com/2023/03/post-modern-soylencelere-inat-yazmak.html ; xv) Temel Demirer, “… ‘Yazmak’tan Anladığım”, Görüş, Nisan 2023… https://temeldemirer.blogspot.com/2023/04/yazmaktan-anladigim.html ; xvi) Temel Demirer, “Yıka Yıka Yaratarak Yazmak”, Rojnameya Newroz, Ağustos 2018… https://temeldemirer.blogspot.com/2018/10/yika-yika-yaratarak-yazmak.html ; xvii) Temel Demirer, “Yazmak Serüvenine Bir Bakış”, Rojnameya Newroz, Şubat 2021… https://temeldemirer.blogspot.com/2021/03/yazmak-seruvenine-bir-bakis.html ; xviii) Temel Demirer, “Bir Yaratıcılık Hâli: Yazmak”, Ümüş Eylül Dergisi, No:12, Temmuz-Ağustos-Eylül 2014… https://temeldemirer.blogspot.com/2014/09/bir-yaraticilik-hali-yazmak.html ; xix) Temel Demirer, “… ‘Yazmak’ Babında Bir Dosta”, Rojnameya Newroz, Yıl:4, No:122, 25 Şubat 2010… https://temeldemirer.blogspot.com/2012/04/yazmak-babinda-bir-dosta.html

[3] Sait Faik, ‘Haritada Bir Nokta’ başlıklı öyküsünün son satırında, “Yazmasam deli olacaktım,” der.

[4] Jack London, Martin Eden, çev: Gülen Aktaş, Oda Yay., 1995.

[5] Fernando Pessoa, Huzursuzluğun Kitabı, çev: Saadet Özen, Can Yay., 2006

[6] Rita Felski, Edebiyat Ne İşe Yarar?, çev: Emine Ayhan, Metis Yay., 2010.

[7] Ertuğrul Ogan, “Yazar Murat Gülsoy”, Birgün Pazar, 20 Ağustos 2023, s.13.

[8] Yaşar Kemal, Bir Bulut Kaynıyor, Cem Yay., 1974.

[9] Franz Kafka, Aforizmalar, çev: Osman Çakmakçı, Türkiye İş Bankası Yay., 2017.

[10] Zeynep Oral, “Kafkaesk Dünyamız”, Cumhuriyet, 23 Mayıs 2024, s.11.

[11] John Steinbeck, İnci, çev: Belkıs Çorakçı Dişbudak, Milliyet Yay., 1996.

[12] Tahir Şilkan, “Köy Enstitülerinden Yetişen Yazarlar: Mahmut Makal”, İnsancıl Dergisi, Yıl:34, No: 409, Ağustos 2024, s.19-21.

[13] Michel de Montaigne, Denemeler, çev: Sabahattin Eyüboğlu, Cem Yay., 1999, s.135

[14] Octavio Paz, Ölüm Çiçekleri, çev: A. Cengiz Büker, Okyanus Yay., 1996, s.62.

[15] Cesare Pavese, Yaşama Uğraşı, çev: Cevat Çapan, E Yay., 1990.

[16] “Bugün aniden saçma fakat isabetli bir sonuca ulaştım. Bir aydınlanma anında hiç kimse, kesinlikle hiç kimse olmadığımı kavradım. Şimşek çaktığında bir şehir olduğunu sandığım yerin gerçekte çölleşmiş bir arazi olduğunu gördüm ve beni bana gösteren aynı uğursuz ışıkta çölün üzerinde bir gökyüzü görünmüyordu. Dünyadan önce var olma ihtimalim çalındı. Yeni bir bedende gelseydim, bunu kendim olmadan yapmak zorundaydım, yeniden dirilmek için, özüm olmadan. Ben var olmayan bir şehrin varoşlarıyım, yazılmamış bir kitabın can sıkıcı önsözüyüm. Ben hiç kimseyim, hiç kimse. Ne, nasıl hissedeceğimi, ne nasıl düşüneceğimi, ne de nasıl seveceğimi bilirim. Henüz yazılmamış bir romanda havada süzülen bir karakterim ve içime hayatı üflemeyi tam olarak becerememiş birilerinin hayalinde var olmadan önce yok oldum.” (Fernando Pessoa.)

[17] Öner Yağcı, “Sabahattin Eyuboğlu: Kitabına Ciğerini Koyanın Kellesi Koltuğunda Gerek”, Cumhuriyet Kitap, No: 1769, 11 Ocak 2024, s.12.

[18] Feridun Andaç, “Vüsat O. Bener’in Anlattığı Bir Dünyadan…”, Cumhuriyet Kitap, No: 1778, 14 Mart 2024, s.10.

 

Temel Demirer

hâlâ “tek yol devrim” gerçeğine bağlı olan(lardan); ve nihayet “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek!” diyen(lerin) safındaki sıradan, vasıfsız, herhangi biriyim... 54 tevellütlüyüm... Kemal’den olma Necla’dan doğmayım... Çorum ili Kale mahallesi nüfusuna kayıtlıyım... Okur yazarım... Ve nihayet hâlen “sakıncalı” dedikleri(nden) ve GBT’lerindeyse sabıkalıyım...
Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu