Aktüel Yorum

21. yüzyılın devrimcisi/dervişi: Sırrı Süreyya Önder

Sırrı Süreyya Önder’in 15 Nisan’da geçirdiği kalp krizi ve sonrasında kaldırıldığı hastaneden yapılan açıklamalar çok umut verici değildi. Birçok insan gibi ben de bir mucize olsun ve Sırrı Süreyya yeniden hayatımıza dönsün diye umut ediyordum. Fakat olmadı. Yaklaşık üç haftadır tedavi gördüğü Florence Nightingale Hastanesi kendisinin çoklu organ yetmezliğinden yaşamını yitirdiğini duyurdu.

Sırrı Süreyya bu ülkeye; senarist, oyuncu ve yönetmen olarak çok güzel sinema filmleri kazandırdı. Kendisini birçok insan sinemacı ve televizyon yorumcusu kimliği ile tanımış ve sevmişti; fakat daha sonra Sırrı Süreyya bu ülkenin en çok tanınan barış insanlarından biri olarak öne çıktı.

Sırrı Süreyya Önder’in geçirdiği kalp krizi sonrası hastaneye kaldırılmasının ardından birçok farklı inanç ve çevreden insan hastaneye giderek kendisinin sağlık durumunu yakından takip etti.

Halbuki Türkiye toplumsallığında bu çok yaşanmaz, bu ülkede insanlar kendinden olmayanın acısına çok ilgi göstermezler. Fakat Sırrı Süreyya Önder’in yaşadığı kalp krizi sonrası birbiri ile neredeyse hasım olan siyasal çevrelerden insanlar ortak bir noktada buluşmuş, samimiyetle onun yeniden sağlığına kavuşması için kimi dua etmiş, kimi ise temennide bulunmuştu.

Bu bir araya gelişte Sırrı Süreyya Önder’in sempatik kişiliğinin muhakkak çok önemli bir payı var, fakat onun sempatik kişiliği tek başına kendisine gösterilen ilgiyi izah etmekte yetersiz kalır. Bu ülke son yüz yılda öyle büyük acılar yaşadı ki; bir daha bunları yaşamaya artık kimsenin tahammülü kalmadı.

Sırrı Süreyya, Türkmen bir ailenin çocuğuydu ama o aynı zamanda ve belki de daha fazla Ermeni’ydi, Kürt’tü, Alevi’ydi, Süryani’ydi. Meksika’nın Chiapas bölgesinde büyük bir gerilla hareketi başlatan Subcomandante Markos’un ifade ettiği gibi nerede bir mağdur varsa Sırrı Süreyya oradaydı, O yirmi birinci yüzyılın devrimcisi/dervişiydi.

Türkiyeli devrimciler, demokratlar onun yaşamını uğruna feda ettiği barış mücadelesine devam etmek, bu mücadelenin hakkını vermek zorundadırlar. Bu artık Sırrı Süreyya’dan hepimize devrolan bir sorumluluktur.

Türkiye bir daha 1915 Ermeni Soykırımı veya Dersim Tertelesi’ni kaldıramaz, bir kez daha böyle bir şey olursa hiç kimse bu ülkede birbirinin yüzüne bakamaz. Bunun utancı sadece devletin değil, bu ülkede yaşayan 85 milyon insanın, hepimizin olur.

Hiç kimse bir daha böyle bir şey olmaz diyemez; eğer biz bunu durduramazsak, bütün Ortadoğu ve Türkiye coğrafyası bir anda kan gölüne dönebilir. Yugoslavya örneği hepimizin yakın dönem hafızasında dip diri duruyor. Neredeyse aynı etnik ve tarihsel geçmişe ait Ukrayna/ Rusya savaşında hala her gün yüzlerce insan yaşamını yitiriyor. Ortadoğu’da çatışmalar ve insan ölümleri hala bütün hızıyla sürüyor.

Bütün bunlar olurken gerçekten de bu ülkenin en temel gündemi ve devrimci görevi barışı yeniden inşa etmek ve güvenceye almak olmalıdır. Sırrı Süreyya Önder bu coğrafyadaki barış mücadelesinin en önemli şahsiyetlerinden biriydi. O’nun kaybı hepimiz açısından büyük bir kayıptır.

Sevgili Sırrı Süreyya Önder, barış mücadelesinin ne kadar önemli ve bir o kadar da zorlu bir görev olduğunu hepimize göstererek aramızdan ayrıldı. Bize düşen onun bıraktığı yerden bu mücadeleyi yükseltmek ve sonuca götürmek olmalıdır. Bunun artık her zamankinden daha fazla koşulu var.

Yeter ki yirmi beş yıldır bir adada esir tutulan Kürt Halk Önderi’nin uzattığı barış eli havada kalmasın.

Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu