Aktüel Yorum

AVRUPA İÇTEN İÇE YANIYOR

Kapitalistler kapitalizmin insanın doğası ve ezelden beri var olduğunu kabul ettirmeye çalışırlar. Onlara göre kapitalizm insana en uygun olan insanın bir nevi yazılmış kaderidir. Kendilerine ekonomik eşitsizlik sorulduğunda anında cevabı yapıştırırlar: “Her zaman kitlelere hakim olan varlıklı bir azınlık oldu. Zenginler üsttedir, çünkü daha akıllı, daha iyi, daha güçlüler. Fakirler fakirdir çünkü onlar alttakilerdir.” Ya da kapitalizmin ahlak açısından ve insan hayatını sürdürmede en uygun çağrı olduğunu din yoluyla yayarlar: “Fakirlik de zenginlik de Tanrı’dandır.” İlahidir ve sorgulanamaz.

Kapitalistler savaş için de aynı şekilde cevabı hemen yapıştırırlar: “Her zaman savaş vardı. Savaş insanın doğasında vardır.”

Ancak insanın doğasında olduğu söylenen savaş, alttakiler üstte çıkmak ve alttakiler üsttekileri yönetmek istediklerinde ya da kendilerine üsttekiler tarafından bir kader olarak vaaz edilen yoksulluğu zenginlik vaadine dönüştürme eylem ve arzusuna, özellikle de sosyalizm özlemine yöneldiklerinde insanın doğasının verdiği bir hak olmaktan çıkar. Çünkü savaş varlıklıların varlıklarını sürdürme ve arttırması adına varlıklılar uğruna varlıksızlar tarafından yapılır. Çünkü “savaşı zenginler çıkarır, yoksullar ölür.”

Ve zenginler bir kere daha tüm dünyayı kana boğabilirler.

Avrupa içten içe yanıyor. Geriye sadece toplumu alev topuna dönüştürecek tek bir kıvılcım kalıyor. Kapitalist sınıf ise bu içten içe yanmanın ve kendi bünyesinden kaynaklanan yapısal ekonomik krizinin farkında olarak bu toplumsal öfke ve hiddetin yönünü kendi üzerinden başkasının üzerine çevirecek ideolojik donanımlara sahip şekilde toplumsal başkaldırı ve ayaklanmaları “devrimcileştirip”, sosyalist sol ve genelde solun üzerine serilen ölü toprağının avantajından da yararlanarak kendi kurtuluşunu sağlayabilir. 1929 Büyük Buhranı’ndan kurtulmak için yaptığı gibi. Bunun yolu da son merhalede tek bir şeyden geçer. İnsanlığın en büyük düşmanından… Faşizmden…

Faşizm iki şey sunmak zorundadır. Birincisi, kapitalizme bir alternatif sunar. Diğer bir deyişle faşizm sadece bir nefret değildir, aynı zamanda kapitalizmin sorunlarını çözmeyi de taahhüt eder.

Faşizm kapitalizmin krize girip sıkıştığı noktada kapitalizm altında ezilen ve bir çıkış arayan halka ekonomik “bir alternatif” sunar. Böyle olduğu için de kitleleri kandırarak kendi peşinden sürükler. Çünkü insanlar “homo sapiens” oldukları kadar “homo economicus” varlıklardır. Diğer bir deyişle “insanların bilincini onların içinde bulundukları maddi koşullar, yani varlıkları belirler”. Bir insan için öncelikli olan ise çıkarlarıdır. Hele ki günümüzde insanın beyni para-sayma makinesine dönüştürülmüşken! İnsanlar yoksulluk vaaz edenleri değil, zenginlik vaat edenleri takip ederler. Tam da bu yüzden faşistler ezilen halka ezilmelerinin nedeni olarak hedef göstermede birebirdirler. Eğer hedef saptırılabilirse kapitalizm rahat bir nefes alır ve ayakta kalmaya devam eder. Faşizm kapitalizm için bir soluklanma ve kendine gelme aralığıdır. Bu yüzden kapitalizmin kendisinin cendere girdiği dönemlerde mezarından çıkartılarak hizmete alınır. Bu durumu “Faşizmin Anatomisi” kitabında Robert O. Paxton çarpıcı bir dille ifade etmiştir. Ona göre;

“Faşizmin bir diğer varsayılan ana karakteri, onun kapitalizm, burjuva karşıtı düşmanca tutumudur. Erken dönem faşist hareketler, burjuva değerlerine ve “sadece para kazanmak, para, aşırı para” isteyenlere karşı aşağılama sergiliyorlardı. ‘Uluslararası finans kapitalizmine’, sosyalistlere saldırdıkları kadar yüksek sesle saldırdılar. Vatansever esnaflar lehine süpermarket sahiplerinin ve köylüler lehine büyük toprak ağalarının mallarını kamulaştırma sözü bile verdiler.

Ne var ki faşist partiler iktidara geldiklerinde, bu anti-kapitalist tehditleri gerçekleştirecek hiçbir şey yapmadılar. Aksine, azami şiddet ve bütünlük içinde sosyalizme karşı tehditlerini uyguladılar. Genç komünistlerle mahalle için sokak kavgaları onların en güçlü propaganda görüntüleri arasındaydı. İktidara gelir gelmez faşist rejimler, patronların sonu olmayan memnuniyetleri için, grevleri yasakladılar, bağımsız işçi sendikalarına son verdiler, ücretli çalışanların satın alma güçlerini düşürdüler ve silah sanayilerini paraya boğdular.”

İkincisi, faşizm sloganlar sunar. Çünkü ilk önce biz ve bizden olmayanlar karşıtlığı yaratılmalıdır.

Hitler’in Alman halkının birliğine vurgu yaptığı sloganı, “Ein Volk, Ein Reich, Ein Führer! (Tek Halk, Tek Devlet, Tek Lider)” idi. Mussolini’nin sloganı ise, “Un Cuore Solo, Una Volonta Sola, Una Decisione Sola! (Tek Yürek, Tek İrade, Tek Karar!)” idi. Ve günümüze geldiğimizde, özellikle de ülkemizde, yaklaşık yüz sene öncesinin sloganlarından pek de farklı olmayan bir slogan tekrardan sahne alıyor: “Tek Millet. Tek Bayrak. Tek Vatan. Tek Devlet.”. Tek Lider şimdilik unutulmuş görünse de henüz eklenmesine sıra gelmemiştir. Yakında o da slogan içerisinde yerini alacaktır.

Kısaca özetleyecek olursak faşizm hem ideolojik hem de pratik düzlemde faaliyet gösterir. Esasen ikisini birleştiren şey milliyetçilik ve ekonomik eşitleme yoluyla devletçiliğin nirengi noktası haline dönüştürülmesidir. Yani ülke içindeki ekonomik eşitsizlikler ve etnik sorunları çözmek için, bu sorunlarla karşılaşanlar yani faşizmden yana olanlar için ekonomik alanı “eşit” bölüştürürken ulusu bireyin üzerine koyar. “Millet” bireyin üzerindedir. Bununla beraber “milli olmayı” ya da “tek milleti”, yani faşizmi onaylamayı reddedenler ise “düşman” ve “muhalif” ya da “terörist” olurlar. İşin ilginç yanı faşistler tüm muhaliflerin iddialarını politik oyunlar, komplo teorileri, vatana ihanet, sadakatsizlik, montaj suçlamaları ve tehdit, yıldırma, şantaj ve nihayetinde fiziksel şiddet uygulamaları yoluyla lekelerler.

Günümüzde Avrupa’da (ve Türkiye’de bir benzer şekilde) olacak olan ve zaman zaman olan budur. Sırf bu nedenlerden dolayı aşırı milliyetçi, ırkçı ve faşist sağcı partiler ve siyasiler burjuva sınıfı tarafından -en azından patronlar seslerini çıkartmazlar- teşvik edilerek cesaretlendirilir. Onların hedeflerine en uygun ve kullanışlı olan da yabancı düşmanlığıdır (yani bizden olanlar/bizden olmayanlar ayrımcılığı). Ya da yabancı bir düşman yaratma. Bu kimi zaman “Ulusal Çıkar” kimi zaman da “Milli Beka” etrafında kızıştırılan bir yabancı düşman arayışıdır.

Faşizm insanları kolaylıkla ele geçirmekte başarılı olur. Faşist dikatatör bir kişidir, ancak onu takip eden insan sayısı milyonlarca.

Milyonlarca Alman Hitler’in peşinden gitti. Milyonlarca İspanyol Franco’nun peşinden gitti. Milyonlarca İtalyan Musssoli’nin peşinden gitti. Bu insanların hepsi kötü insanlar mıydı?

Yine de geride bıraktıkları sadece kan ve gözyaşı oldu…

Faşizmden kurtulmak için milliyetçiliğin ve milletlerin ne olduğunu değil genel tariflerin aksine ne olmadığını göstermek zorundayız.

Unutulmamalıdır ki, “Milletler devletleri ve milliyetçileri yaratmaz, doğru olan bunun tam tersidir.”(Eric Hobsbawm)

Bunun için faşizme karşı mücadele ile ezen ulus şovenizmine karşı mücadele birbirinden ayrılamaz. Faşizme karşı mücadelede doğru bir devrimci politika, ezen ulus şovenizmine karşı mücadele ile ayrılmaz bir bütün teşkil eder. Irkçılığa, zülme ve faşizme karşı çıkılmadan devrimci bir mücadele sürdürülemez.

Ve de faşizmden kurtulmak için tarihe düşülen kayıt açıktır: demokrasi ancak yoksullar zenginlere karşı yıkıcı sınıf mücadelesi verdiğinde kazanılır. Bugün demokrasiyi kurtarmak için çok daha fazlasına ihtiyacımız var.

Mustafa Kumanova

 

Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Reklamı engelleyerek iyi yapmışın, yazıya odaklanmakta fayda var.